Ulan, insan canavar be! dedi. Kitapları bırak, utanmıyor musun, insan canavardır, canavarlar okumaz! Biraz sustuktan sonra güldü: "Biliyor musun," dedi, "Allah insanı nasıl yarattı, insanın, bu canavarın, ilk olarak Allah'a hangi sözleri söylediğini biliyor musun?" "Hayır! Nereden bileceğim? Orada değildim
Sayfa 155 - Can YayınlarıKitabı okudu
Ulaş Benzerdi Güneş'e.....
"Hakim bey, mahkeme heyetinde görev alan şahısların hiçbirini tanımam. Bu sebeple güven duyup duymamak söz konusu değildir. Fakat gerçek olan şudur ki: Mahkemeniz bağımsız bir mahkeme olma niteliğine sahip değildir. Bu durumu göz önüne alarak istifa etmeniz gerekir." Bugün 19
Reklam
Son nefesimizi vermeden, zamanımız varken lütfen artık kendimize gelelim. Bu dünya bize daha fazlasını sunmayacak. Üç gün güldürse, beş gün ağlatacak. ALLAH'ın (c.c) en sevdiği Rasulüne (s.a.v) 'e bahşetmediği hayatı, bizlere sunmayacak. Kendinizi amellerinizi küçük görmeyiniz. Namazını kılmayan bir Müslümansan kalk namazını kıl, bu senin cihadındır! Örtünmende sorunlar varsa; pantolon varsa, dış giysin vücut hatlarını belli ediyorsa ALLAH için terk et, bu senin cihadındır! Bilmeyenlere kalk ve anlat, uyar! Bu daveti yay! Bu senin cihadındır. Her gece kardeşlerin için dua et, ağla bu senin cihadındır. Ama ne olur mahşerde hiçbir işine yaramayacak saçmalıkların içerisinde bulunma. Davan olsun, duruşun olsun ve asla taviz verme! Hayat kısa..."
Sayfa 191Kitabı okudu
Kafiyenin tahtına seci' kurulmuştur. Terkiplerin çelik korkesi içinde bocalar düşünce. Edebiyat yine oyundur. Daha tatsız, daha yavan bir oyun. Yazarın başlıca kaygusu bin kere söylenmiş hakikat veya yalanlanı yeniden kalıba dökmek. Yazar, bir düşünce fatihinden çok, bir kuyumcudur yine. Tanzimat, Avrupa'dan mefhum, kelime, bir parça da teknik aktarır. Mefhumlar karanlık, kelimeler kaypak, teknik yetersiz. Doğunun kokusunu kaybetmiş yapma çiçeklerine zaman zaman damlatılan egzotik bir partüm; Avrupa. Karşımızda yabancı bir dünya vardı; medeniyetiyle, ruhuyla yabancı ve düşman. Bu yamyamlar ülkesinde beşerîyi aryorduk. Beşerînin altında milli ve dinî yatıyordu Beşerî, hasis çıkarları, sinsi emelleri gizleyen bir paravanaydı sadece. Tanzimat nesri, şaşı bir nesir. Bir gözü Doğuda, bir gözü Batıda. Abâni sarık, samur hırka ve pantolon
Sayfa 235 - İletişim yayınlarıKitabı okudu
Tanrı bir sabah, cinleri başına toplanmış halde uyandı. ‘Ben ne biçim Tanrıyım ki’ dedi, ‘vaktimi geçirmek için, bana günlük yakacak ve küfredecek insanlarım yok? Baykuş gibi yalnız yaşamaktan bıktım artık! Tuuh!’ Avuçlarına tükürdü, çamur yaptı, iyice yoğurdu; küçük bir insan yapıp güneşe bıraktı. Yedi gün sonra aldı, pişmişti. Tanrı ona bakıp güldü: ‘Hay şeytan alsın beni!’ dedi. ‘Bu düpedüz domuz be! Başka şey istiyordum, başka şey oldu. Hapı yuttum, ama oldu bir kere…’ Sonra, ensesinden yakalayıp bir tekme attı: ‘ Haydi bas!’ dedi. ‘Git başka domuz yavruları da yap. Dünya senindir; yürü! Biir iki maarş!…’ Fakat o, domuz değildi iki gözüm. Başında fötr şapka, omuzlarına rasgele atılmış bir ceket, ütülü bir pantolon ve kırmızı tüylü çarıkları vardı. Belinde de, - ona şeytan vermiş olmalı- üstünde, ‘Seni yiyeceğim!’ Yazılı bilenmiş bir laz bıçağı taşıyordu… Bu insandı; Tanrı öpsün diye elini uzattı ona, ama insan, bıyığını burarak dedi ki: ‘Yol ver be moruk, geçeyim!’ “
Sayfa 182Kitabı okudu
Farklı kültürlerin yok olması dünyanın neredeyse her yerinde yaşanan bir şeydi. Köylüler radyolarmda kentin seslerini duymaya başladığında, misyonerler Hıristiyan Tanrısı’nın sözünü yaydığında, cep telefonları balta girmemiş ormanlara girdiğinde, televizyon yayınları Dünya Kupası maçlarını Kuzey Kutup Dairesi’ne ulaştırdığında, Batı’nın alışkanlıklarından nefret eden teröristler kot pantolon altına spor ayakkabıları giydiklerinde, milyarlarca insan interneti kullandığında, Fransızlar patates kızartması ve hamburger yediğinde, yerel renkler kayboldu. Kültürler çöktü, yok oldu. Kültürler yok olur ve yok olanların yerini yalnızca bir kültür alırsa dünya daha sıkıcı bir yer olur.
Reklam
Samuel Beckett, neden iyi dikilmiş bir pantolonu kötü tasarlanmış bir evrene yeğliyor?
MÜŞTERİ: Tanrı dünyayı altı günde yarattı, ama siz, altı ayda bana bir pantolon dikmeyi beceremediniz. TERZİ: Ama, bayım, bir şu dünyanın haline bakın, bir de pantolonunuza.
Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul muydu yüzün, yoksa çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne Dolmabahçe'de, çay tadında.... Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında, tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu. Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama yüreği takvim yokuşlarında.... Sinemada elinin
NESLİ TÜKENEN DİNAZORLAR MİSALİ ÖZEL BİR NESİL..!
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil… KİM BUNLAR? 1950 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..? Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış… Höllük üzerinde yatmış, şeker
Reklam
39 syf.
·
Puan vermedi
Kitap resim sanatına ve ressamlara eleştirel bir deneme olarak yazılmıştır. Akıcı ve öznel bir dile sahip. Ama resimle ilgilenen veya bilgisi olanların okuması gereken bir kitap. Öteki türlü çok keyifli olmayacaktır. Okunanların anlaşılması için konu hakkında bilgi şart
Dünya ve Pantolon
Dünya ve PantolonSamuel Beckett · Sel Yayıncılık · 2000268 okunma
Elli yıl boyunca bizi şiirden, müzikten ve düşünceden soğutmayı becerdiler.
Değişimi betimlemekten vazgeçtilerse, o halde, betimlenebilir olandan geriye ne kalmıştır onlara? Değişimin dışında, betimlenebilecek başka bir şey var mıdır? Geriye: Birine, boyun eğen, değiştirilen nesne; diğerine, gücünü kabul ettiren, değiştiren nesne kalmıştır.
Hak! Ne zamandan beri sanatçı, haklarının tümüne sahip durumda değil? Belki de pek yakın bir zamanda, uzun akademi yıllarını kanıtlayamadığı durumlarda, sergi düzenlemesine, hatta çalışmasına bile izin verilmeyecektir.
En sonunda bulunmuş olan, merkezi her yerde olan ve çevresi hiçbir yerde olmayan bilinmeyen'den başka bir bilinmeyen istemek olanaksızdır; ne onu durdurabilecek bir etkenin var olduğunu öne sürmek olanaklıdır, ne de onu durdurma amacının var olduğunu. İşte tam da bu yüzden, bu hayranlık ve heyecan uyandıran şeyi bundan böyle görmemekten; zamanın, körlüğün içine girmekten; hiçbir zaman ölmemiş olan gövde burgaçları önünde sıkılıyor olmaktan ve kavakların altında titreşmekten bahsedilebilir. O halde onu, mümkün olan tek biçim aracılığıyla göstermekten başka bir şey yapılamaz. Basit olanı düzene sokmak olanaksızdır. Ya gösterilir, ya gösterilmez.
902 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.