Karşı çıkmadığınız sürece, dünyanın geri kalanı gibi olacaksınız, çünkü başka biri olmaya cesaret etmiyorsunuz. Öylesine şartlandırılacaksınız, öylesine şekillendirileceksiniz ki, kendi başınıza isyan bayrağını çekemeyeceksiniz. Kocanız veya karınız sizi kontrol edecek; toplum size yapmanız gerekenleri söyleyecek; böylece nesilden nesile taklit sürüp gidecek. Ne hakiki inisiyatif, ne özgürlük ne de mutluluk var, yavaş bir ölümden başka hiçbir şey yok. Bir makine gibi yaşamaktan öteye geçemiyorsanız eğitimli olmanın, okuma yazma öğrenmenin ne anlamı var ki? Ama işte anne babanızın istediği bu; dünyanın istediği de bu.
Yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak.
İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
Tom Robbins, Parfümün Dansı'nda biz ölümlüleri, düşsel/fantastik/tarihi bir yolculuğa davet ediyor. Bu öyle kısa bir yolculuk değil, yüzyıllar süren bir yolculuk. Ölümden sonra bizi bekleyen şey nedir? Acaba ölümsüz olsak nasıl olurdu? (Hiç düşündünüz mü bunu?) Herkesin bireysel/kişisel serüveninde gerçekten aradığımız şey nedir? Servet mi, zevk
Zaman döndü, dolaştı ve bu dinin insanlığa geldiği ilk günkü noktaya geldi. İnsanlık, şu Kur’an’ın Peygamberimize indiği günlerdeki durumunun bir benzerine döndü. İslâmiyet’in, en büyük temel kuralı olan “lâilâhe illellah (Allah’dan başka ilâh yoktur)” ilkesini yerleştirmek üzere geldiği günlerin ve sosyal şartların benzerlerini yaşıyoruz