Hasan isminde bir çocuk... 13-14 yaşlarında... Ömrümde bu kadar masum ve güzel bir çocuk yüzü görmedim. Hapishaneye bugün düşmüş... Suçu, bakkaldan gaz alırken, bakkalın gaz doldurmakla uğraştığı anda, kasa çekmecesini çekip kaçmaya yeltenmek... Tabil, hemen enselenmiş... Annesi hasta ve açmış... Karakolda hiçbir şey yememiş ve bir köşeye büzülüp akşama kadar ağlamış... Nihayet hapishane... Gece basınca malûm hikâye... Herkes üzerine çullanmış, o da basmış çığlığı ve camları kırmış... Tam sıkıştırdıkları zaman da cebinden bir kutu kibrit çıkarıp üstünü başını ateşlemiş... Yatağını da ateş vermiş... Sübyanlar korkularından sinivermişler... Yalnız bir tanesi çocuğun üzerine bir battaniye atıp, alevleri bastırabilmiş... Çocuk da aldığı yanıklardan yere yığılmış, kalmış ve kıvranmaya başlamış... İşte gardiyanların bulduğu manzara!...
Yalnız kaldıysan
Kalkıp pencerenden bir bak
Güneş açmış mı?
Yağmur düşmüş mü?
Dön bak dünyaya
Herkes gitmişse
Sakince arkana dön bir bak
Dostun kalmış mı?
Aşkın solmuş mu?
Dön bak dünyaya
Yalnız kaldıysan
Kalkıp pencerenden bir bak
Güneş açmış mı?
Yağmur düşmüş mü?
Dön bak dünyaya
Bir sonbahar kadar yalnız
Bir kış kadar savunmasız
Ya da ilkbaharsan
Yolun başındaysan
Sözlerin en derin karanlığı çehremin
Çobanyıldızı bağlı uzağına eski evlerin
Pencerenden alır aydınlığını senin
Bir resmin vardı Cahit'in kitaplarında
Gülkurusu yalnızlık nerde şimdi?
Üstüne gölge düşmüş dokunduğun çiçeklerin
Karanlık kaybetmemiş aydınlığını
Her şeyde yalnız adı kalmış mahremiyetin
Çığ düşmüyor tepemize büyük kelimelerden
İçime döktüğüm keder kapatmıyor denize açtığım yarayı
Tebessümü andıran insan yüzleri gölgelerde
Nerde durduysam gidilecek yer hep ilerde
İçinde yatan evliyanın hürmetine ayakta durmaya gayret eden bir mezar taşı, onunla yaşıt ihtiyar servi, musluğu çoktan koparılıp ağzı çimento doldurulmuş, kitabesi okunmaz olmuş, yükseltilen yolun altına düşmüş suskun bir çeşme, kimbilir hangi miras davası yüzünden sahipsiz kalmış yahut anıtlar kurulunun kararıyla ne yapılacağı bilinmeden kendi haline bırakılmış pervazları, pencereleri kırık, kapısız ahşap evler bazan eskiyi hatırlatır. Bazı sokaklarda bu kadarı da yoktur. Hafızanız “şu apartmanın yerinde fırın mı vardı, kahve mi” diyecek kadar mekâna aşina değilse iyice şaşkına dönersiniz. Hatırlayabildikleriniz bile acı bir lezzeti tattırmaya kâfidir. Bunun adı dâüssıladır. Şimdi nostalji diyorlar.