"Efendimiz!" dedi işçi acı acı. "O da benim gibi bir adam. Aramızda tek fark var: Ben paçavralar içinde dolaşıyorum, o güzel giysiler içinde; benim açlıktan başım dönüyor, o fazla yemekten mustarip."
"Burası özgür bir ülke," dedi genç Kral, "kimsenin kölesi değilsin ki."
"Savaşta." dedi işçi, "zayıflar güçlülerin kölesi olur, barışta da yoksullar zenginlerin kölesi olur. Yaşamak için çalışmaya mecburuz; bize verdikleri ücret o kadar düşük ki, yaşamamıza yetmiyor, ölüyoruz. Bütün gün onlar için uğraşıp didiniyoruz; onlar sandıklarını altınla dolduruyor, bizimse çocuklarımız vakitsiz solup gidiyor, sevdiklerimizin yüzü sertleşip fesatlaşıyor. Üzümü biz eziyoruz, şarabı başkası içiyor. Mısırı biz ekiyoruz, ama soframız boş. Kimse görmese de zincirlerimiz var; bize özgür dense de köleyiz."
"Herkesin durumu aynı mı?" diye sordu genç Kral.
"Herkesin durumu aynı," dedi işçi; "genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk, ihtiyar, fark etmez. Tüccarlar kanımızı kurutsa da, onlara boyun eğmek zorundayız. Rahip atının üstünde geçip gider, tespihini çeker, bizi umursayan yok. Yoksulluk aç gözleriyle güneş girmeyen sokaklarımızda kol gezer, onu donuk yüzüyle Günah izler. Sabahları bizi Sefalet uyandırır, geceleri Utanç başımızı bekler.