Bilmediğinin farkına varması için ayrılması gerekti, ama bu bilgisizliğe karşı koyması için, farkına varınca duygulanması, bilgisizliğe boyun eğmeyeceğine, onu yeneceğine karar vermesi, başka bir deyimle AYAKLANMASI gerekti.
Bu "ümit" denen şey, siz "karanlık bir yer"deyken başlıyor. İşte o karanlık yerde, aniden içinizden bir düşünce, bir his beliriyor ve siz, nedenli veya nedensiz, uzaklarda sizi bekleyen aydınlık bir yer olduğuna inanmaya başlıyorsunuz. Oraya bir ulaşabilirseniz, her şey çok güzel olacak, mutlu olacaksınız. İşte böylece yürümeye başlıyorsunuz. Yürüyorsunuz, yürüyorsunuz, ama karanlıklar dağılmıyor. Yürüyorsunuz, yürüyorsunuz, değişen bir şey yok, durmadan karanlığa çarpıyorsunuz.
Yaşam tahteravalliye binmek gibi. Bir ucunda ümit, diğer ucunda hayal kırıklığı. Ümit ne zaman en yükseğe çıksa, aynı hızla hayal kırıklığını yukarı fırlatmaya başlıyor. Ne kadar hızlı yükselmişseniz, o kadar hızlı düşüyorsunuz. Bir ümit, bir hayal kırıklığı, bir ümit, bir hayal kırıklığı, bir ümit, bir hayal kırıklığı ve oyun böylece sürüp gidiyor. Ama sürüp giderken, sürekli kıç üstü yere oturan siz oluyorsunuz.