Sinema-edebiyat ilişkilerindeki başarılı yapımları, tavsiye film listesi haline getirmek için öncelikle
Edebiyat Atlası ‘ndan bir alıntıyı daha önce paylaşmıştım.(#46533729)
Romanlardan sinemaya aktarılan filmlerde eserin aslına ne kadar sadık kalındığı yoruma açık olmakla birlikte
Sevgili çizgilerim benim, sevgili kırışıklıklarım, sizi ne kadar seviyorum... Siz bana ne çok şey öğrettiniz... Siz beni ne kadar çok seviyorsunuz... Siz benim mutluluğum, siz benim savaşım, siz benim mutsuzluğum, siz benim acılarım, siz benim özgürlüğümsünüz... Sevgili, ince, küçük, zarif çizgilerim... Dostlarım. Siz olmasanız ben ne yapardım? Siz benim kararlılığım, siz benim gücümsünüz. Sizi oluşturana dek neler yaşadım... neler çektim... nasıl savaştım ben... ve size böyle anlayışla, mutlulukla bakabilmek için... ne çok uğraştım.
Sakin, anlaşılır hatta kitaptan bahsetmeyi de başaracağım bir inceleme yazmak istiyorum. Yaşadıklarımı anlatsam , şu oldu, bu oldu diye izaha çalışsam da biliyorum ki yine de anlaşılır olamayacağım. Onlarca kez ölmem gerekirdi Fiziken defalarca kez rahatsızlıklar ile mücadele etmiş olsam da ruhumun gücüne binlerce kez minnettarım.
İnsan,
Masallar, masallar... Pamuk prensesli, Külkedili masallar... Başında kurdelesi, uzun kirpikleriyle prenslerini bekleyen kızlar... Ve prensler... Romanlar, öyküler... Biri kız biri oğlan iki çocuklu aileler... Mutfakta kek pişiren mutlu anneler, evrak çantalı otomobilli babalar...
Fügen’ler, Günse’liler.... Şişko bedenleriyle, saçı başı dağılmış çocuk peşinde koşan kadınlar, evrak çantalı kocalar, yüzü gözü morarmış kadınlar, çılgın sevişmeler, karşılıklı orgazmlar....
Masallar, Romanlar... Filmler... Dört duvar arasında mutluluk simgesi kadınlar, donuk bakışlı, gülümsemesiz babalar...
“Bir düzen kurmuşum, deliler gibi savaşmış, çılgınlar gibi çalışmışım. Çok ama çok zor elde etmişim pek çok şeyi. Aylarca uğraşıp yaptığın bir resmin yırtılması gibi kurduğun binanın çökmesi gibi büyüttüğün çiçeğin susuzluktan kuruması gibi elime bir silgi alıp silemem her şeyi, silemem.”
Türkiye’deki feminist hareketin öncü ismi olarak kabul edilen gazeteci ve yazar Duygu Asena’nın 1987 yılında yayımlanan ilk kitabı Kadının Adı Yok, gerek içeriği gerekse de içeriğindeki olayları anlatış biçimiyle döneme damgasını vurur. Yayımlandığı andan itibaren geniş bir okuyucu kitlesine sahip olan kitabıdır. Günümüzde hâlâ feminizmin en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Duygu Asena’nın bu kitabını böylesine dikkate değer kılansa “erkeklerin belirlediği kalıplar içinde kadın olmaya karşı fısıltıyla atılmış bir çığlık” olmasıdır. İsyankâr bir çığlık, kadınca bir fısıltı…
Adını hiçbir zaman öğrenemediğimiz başkarakterin çocukluğundan başlayıp ilk gençlik ve yetişkinlik yıllarını ayrıntılarıyla önümüze seren bu hikâyedeki en büyük sorunsal “kız çocuk olmak – genç kız olmak – kadın olmak”tır. feminizm hareketinin etkisiyle eşitlik, cinsellik, görünürlük ve bütünüyle özgürlük gibi somutlaşmış kavramların içinde kadının sesini geniş kitlelere duyurmayı başarmıştır.