Victor Hugo’nun Din-Doğa-Toplum üçlemesini Sefiller kitabı ile okuyup, bitirmiş bulunmaktayım. Dile kolay tam 1724 sayfa ve neredeyse hikayeye dahil olan tüm ana ve yan karakterler ile bir bütün oluyorsunuz okurken. Kitapta aşk, nefret, kibir, hırs, zarafet, yoksulluk, zenginlik, bağlılık, ihanet, yaşamdan zevk almadan, intihar duygusuyla
“Evlilik kızların sorunlardan kurtulmak için bir tür acil çıkış kapısı olarak başvurduğu ve erkekler için de temel ihtiyaçların karşılanması olarak görüldüğü sürece toplum yerinde saymaya devam edecektir.”
Majoris
"Gelinlik Kız romanı Kerime Nadir’in otuzlu yaşlarında kaleme aldığı bir eserdir. Gelinlik kız o dönem için sayılı 'feminist roman'dan biridir ve ilklerindendir. Kadının tek başına var olabileceği söylemi, Gelinlik Kız'ın adeta manifestosudur."
Merak edenler için kitabın içeriği ise;
Feyza babasını küçük yaşta kaybetmiş, çocukluk yıllarını üvey babası yanında geçirmiş, birkaç senedir de büyük babasının himayesinde bulunan gelinlik çağında bir ressamdır.
Feyza, büyük babasının ve büyük annesinin konağında Fazıl amcası, amcasının karısı Nuran, çocukları Reha, Cavidan, büyük amcasının dul kızı Belkıs ve Nuran yengesinin ağabeyi Behzat ile yaşar. Genç ressam kalabalığa rağmen mutludur. Yaşı itibariyle konağa Feyza için görücüler gelmektedir. Ama o kısmetlerinin hiçbirini istemez.
Olay örgüsü Feyza, Feyza nın tabloları, talipleri, duygu ve düşünce geçişleri çevresinde ilerlemekte.
Kitabın yazıldığı dönem düşünülürse ben çok beğenerek okudum kadının toplumdaki yeri durum ve düşünceleri üzerine yazılmış bir kitap tavsiye ederim.
Ve üçlemenin ilki sıra
Dünya üzerindeki en geçerli sistem laikliktir. Kim ne derse desin, şeriat ile yönetilen hiçbir toplum mutlu ve refah düzeyi yerinde değildir. Çünkü zaten siyaset başlı başına sömürüye açık bir olgu iken bu ikisinin bir araya geldiği toplumlar bir adım öteye gitmekten acizdir. Dini kuralları yönetecek olanlar da insan olduğu sürece bu kuralları kendilerine göre eğip bükmekten, hele ki toplumumuzda bunu kendi çıkarlarına kullanmaktan başka ne işe yarayacaktır? Ki bu millet biz ne söylersek söyleyelim içten içe laikliği benimsemiştir. En dindar geçinen insan dahi şu an İslam hukukuna uymakta zorlanacaktır. Bırakın kişi inandığı yaratıcıya hesabını kendi versin. Çünkü şeriat, ceza yaptırımı ile işler. Bu cezalar da insan eliyle uygulanır. Bunun keyfi sebeplere yol açmayacağının garantisini kim verecek? Hele ki bu kadar sömürüye açık bir toplumda! O sebeple dünya işlerini cumhuriyet ile çözelim.Elimize geçen artılar eksiler, zaten şeriatın kurallarını, eğer ki bir yaratıcı var ise farklı bir evrende bize yaptırımlar şeklinde ödetir.O sebeple iyi vatandaş ve iyi birer insan olarak, eğer ki inanıyorsak da emredileni kendi kişisel sahamızda uygulamaya gayret göstererek, yeryüzünde vaktimizi olabildiğince iyi bir şekilde tamamlamaya özen gösterelim.
Bir şey, adı konduğu anda yitirilmiş değil midir?
Söyleşi şeklinde başlamak istedim incelememe. Hep adını koymaya çalışırız bir şeylerin aitliğini kazanmak için. Oysa Camus tam tersini düşünüyor bu konuda. Peki ya siz ne dersiniz?
Üniversite yıllarımda Yabancı eseriyle tanışmıştım yazarlar. Geçtiğimiz yıl bir makale yazımı için Veba kitabını