Kesinlikle! Çözüm net.
Duygusal farkındalığın oluşabilmesi için her ikisinin de bu ögelere dikkat etmesi gerekir. Çünkü hayatta sahip olduğumuz şeylerin fonksiyonel, kaliteli ve estetik olması esastır. Akıllı erkek yaptığı işe güzellik katmayı, akıllı kadın da mantık katmayı becerebilirse durum dengelenmiş olacaktır.
Paul Klee’nin sanatı tam olarak Ekspresyonizmin içinde sayılamaz, çünkü birçok yönden bütünüyle özerk ve bağımsız yollar izlemiştir. Klee’nin kültürel oluşumu müzik ve şiirle başlar, ancak 1898 yılında, olgunluk sınavını verdikten sonra,
Münih’te resme yaklaşır. Olgunlaşmasında iki yolculuğun belirleyici rolü olmuştur: 1901 yılında İtalya’ya gider, burada Klasik Antikiteyi öğrenir; 1914 yılında, Moilliet ve Macke ile birlikte Tunus’u ziyaret eder ve burada, kompozisyonlarının duygusal gücünün renge dayanması gerektiğine dair inancı güçlenir. Sanatsal gelişmesinde temel önemde olan bir başka deneyim de, estetik sezgilerine mantıklı bir açıklama getirdiği ve Bauhaus’ta ressamlar, mimarlar, müzisyenler ve öteki sanatçılarla sıkı ilişki içinde geçen öğretmenlik yıllarıdır. Özellikle Dessau’da iki ailelik evi paylaştığı Kandinsky ile olan dostluğu, onu, mekânın geometrik dağılımına ve yaratılarının zihinsel ve duygusal öğeleri arasındaki ilişkileri köklü biçimde yeniden gözden geçirmeye götürür. Ancak resim alanını düzenlemede ve çizgilerin dağılımında gösterdiği katılık, onun, çoğu kez hafif ve nazik bir lirizmle ıralanan kompozisyonlarının şiirsel değerini ortadan kaldırmaz.
makale notları-3
Gönül, kimi kullanışlarına bakarak yalnızca duygularımızla ilgiliymiş gibi düşünülür. Oysa gönül duygularımızı da içine alarak bedenimiz, aklımız ve çevremizle de ilgilidir. Doğrusu beden, duygu, akıl ve çevrenin oluşturduğu dörtlü bütünlüğün adıdır, gönül. Yalnız duygularımızla sınırlı bir gönül yaşantısı
olamaz. Gönül, bu dört öğenin uyumunu,
