“Anne babamla yaşamak üzere geri döndüğümde 5 yaşımdaydım, ama annem beni gerçekten seviyor mu diye kendime hep soruyordum. Onu öfkelendirdiğim, fazla olduğum izlenimi içindeydim. Yanına gittiğimde sinirleniyordu: ‘Sürekli dibimdesin,’ diyordu. Babam ise hem vardı hem yoktu, öğretmenlik işine gömülmüştü, odasına kapanmış ödev düzeltiyordu. Sanırım annemi tek kulağıyla dinliyordu ve annem de öfkesini bana boşaltıyordu. Yıllar boyunca sofrada, sokakta, her yerde, ‘düşeceksin, başaramazsın, yapamazsın’ sözlerini işitmiştim...”
Burada annenin (bu baba da olabilir) bakışının çocuğun kendisine dair imgesini nasıl etkilediği görülmektedir. Bu bakış, en azından iyi niyetten yoksundur. Değer vermez. Dahası, değersizleştirir. Alınan mesaj, “ben tek başıma var olamam”dır.
Anne babanın sözünün çocuk için bir hakikat statüsü vardır. “Onlar diyorsa doğrudur.” Daha ileride bu durum kadını narsistik sapkının baştan çıkarma girişimi sırasındaki yaltaklanmalarına inanmaya yöneltecektir. Ötekine bağımlılık bu inanç dolayısıyla gelişir. Bu, uyuşturucu gibi, gerçek bir bağımlılıktır. “Telafi etme” işlevi görecek olan ötekiyle arada bilinçdışı bir bağ vardır. Fakat kadın kuşku duyar, annesinin sevgisini “onarmayı”, annenin ona bakışını değiştirmeyi asla başaramamıştır Ve kendini güçsüz hisseder. Bu durum, narsistik manipülatörün yanında, umut anları (“onu değiştiririm”) ile cesaretsizlik, uysalca itaat evrelerinin (feragatle eştir) birbirinin yerine geçmesini açıklar. Güçsüz olmak ona öğretilmiştir...