Okuyorum, okuyorum, okuyorum; çünkü Kur'an-ı Kerim "Oku!" emriyle başlamış. Dinliyorum, dinliyorum, dinliyorum... Daha derinden, yüreğimin hiç keşfetmediğim kısımlarından, zihnimin görünen kısmının geçmişini ve geleceğini yöneten milyarlarca fersahtan, aslında hep bilinen gizemlerinden dinliyorum; çünkü Mesnevî, ‘Dinle!’ emriyle başlamış.
(..)
‘Dinle’ emrinin ötesinde, bütünü oluyunca sanki ‘Duy’ gibi de yorumlayabiliriz; cünkü duymak, aynı zamanda beş duyuyu, hatta şimdilerde yeni yeni keşfedilen o altıncı duyuyu; "dönme"yi de çağrıştırır.
Sesi yalnızca dinlemeni değil, altı duyunla da duymanı; yani aynı zamanda görmeni, hissetmeni, koklamanı, tatmanı ve dönmeni rica eder. Rica eder çünkü naiftir, naziktir, içtendir, samimidir, bilgedir, engindir ve "hiçten bugüne"dir.
O yüzden bilmek ya da bilmemek, anlamak ya da anlamamak, bulmak ya da bulmamak değil; altı duyunla ulaştığın bilgiyi dinlemek, görmek, hissetmek,koklamak, tatmak ve bunun tüm varlığıyla dönmek önemlidir.