Buradaki evlerde, aradan yıllar geçtiği halde bekaretleri bozulmamış en eski Yunan veya Fransız veya İngiliz, Rus klasikleri vardır. Onlar ebediyen okunmayacaklardır; çünkü kendilerini alanlar İstanbul'da kalmışlardır. Buraya, o kitaplarla ve plaklarla ve niyetlerle geldiklerini sanırlar; değildir ama: Kendileri ve güzelim ve pırıl pırıl niyetleri, projeleri İstanbul'da, Beyazıd Meydanı'nda kalmıştır. Na burada, Kulüp'te, oyun ve içki masalarında ve çene yarışlarında dublörleri oturur. Bakalım sen kaç kitap bitirebileceksin?
"...Bettina bir mektupta ona şöyle yazmıştı: "Seni ebediyen sevmeye mutlak ve kesin kararlıyım." Gayet sıradan görünen bu cümleyi dikkatle okuyun. 'Ebediyen' ve 'karar' sözcükleri 'sevmek' sözcüğünden çok daha fazla önem taşıyor. Bu belirsizliği daha fazla uzatmayacağım. Burada söz konusu olan aşk değildi. Ölümsüzlüktü..."
Fazla bilmek mutluluk getirmiyor. Ne mutlu cehaletin koruyucu rahmi içinde bir cenin gibi büzülüp yatanlara diyorum. Onu sarıp sarmalamak, bu dünyanın bütün kötülüklerine karşı korumak, o saf ve incinebilir ruhunu kimsenin yaralamasına izin vermemek hayat amacım oldu. Aşktan da büyük bir şey bu, iki nehir gibi birbirine karışma, birbirinin içinde eriyip yok olma ihtiyacı.
Aşkın tehlikelerini bilerek kendini ebediyen bu duyguya kapatan ben değil miydim? Karasevda, gözleri bağlı olarak bir uçurumun kıyısında yürümek değil miydi? Birine sevdalanmak, donmuş bir gölde, nerede ve ne zaman kırılacağını bilmene imkan olmayan ince buzlar üzerinde yürümek anlamına gelmiyor muydu?
"Ben ki aşıkım, yaradılışım çok ateşlidir.
Bunlardan sadece geçsem bile
Orada bıraktığım yarayı kapatmaya bütün ömür yetmez.
Ben geçeri ama ayağımın izi ebediyen kalır.
Ben ki aşıkım, yaradılışım çok ateşlidir."
Nefretin de Aşkın da
Şimdi senin nefretin de aşkın da
Olmadan hayatım anlamsız oluyor benim,
Aşkını ödedim gözyaşı ve iç çekişlerle
Yatışmaz nefretini neyle ödüllendireyim.
Arkandan hep ağlamamı istiyorsun
Ve kalbimi ebediyen parçalanmış görmeyi
Bir işkence ki kıyısız, derin bir acı
Sesinde öfke olmadan seni unuttum diyorsun....
Veronica Micle, dünyada adına belki de en çok şiir yazılan kadınlardan biri. Kendisi de aynı zamanda şair ama Romanya’da ve dünyada şairliğiyle, kısa hikâyeleriyle, tercümeleriyle veya piyano resitalleriyle değil yaşadığı büyük aşkıyla tanınıyor…
Âşık olduğu adam öldüğünde tabutun içine bir demet çiçekle beraber kendi el yazısıyla bir not koymuş. “Beni unutma” yazıyormuş o notta.. Ölmüş bir adamdan kendisini unutmamasını istiyormuş. Aslında bu, beni orada bekle, geliyorum yanına demekti bir bakıma. Ve evet, çok kısa bir süre sonra öte dünyaya, sevdiğinin yanına gitmek için Veronica Micle intihar etti.
Sevdiği adam 15 Haziran 1889‘da öldü, Veronica Micle ise bundan kısa bir süre sonra 3 Ağustos 1889’da intihar ederek öldü. Daha henüz 39 yaşındayken sevdiği adama kavuşmak için intihar ederek bu dünyadan göçüp giden genç bir kadın… Veronica Micle’nin büyük aşkı, Romanya’nın en büyük şairlerinden biri olan Mihai Eminescu’dan başkası değildi…
Ne var ki, her şeyi bilmek için, belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatını adadı. Çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir masum, gördüğü anda O’nu tanıyabilirdi. Bunun için belki de, ölmeden önce ölmek gerekiyordu. Ölmek aslında, içindeki şarabı tamamen döküp billur kadehi boşaltmak gibi, her şeyi ebediyen unutmak ve artık hiçbir şey bilmemek demekti. Nasıl ki ancak boş bir kadeh İsa’nın kanıyla doluyorsa, aynı şekilde sadece her şeyi unutan bir gönül ilahi esintiyle dolardı.