ebrar

ebrar
@ebrar_duman
Yerini dolduramıyorum ruhumda ki eksilenlerin.Derinlerde temiz bir kaç anım kaldı, anlatıp kirletmekten korktuğum. Ağzımdan çıktığı anda bozuluyor güzel olan nevarsa. Lanet taşlı bir tasma takıyor gibiyim. İpi kopmuş, kulpu kırılmış, ayağı aksak, şaşı bakışlı varlıklara meze olmadan yaşamak istiyorum. Tartısı bozuk adaletinizle yargılanmak istemiyorum. Koptu kopacak sahte ilişkilerinize uğramadan dolaşmak istiyorum.Dağınık düzenin çarkında dişli olmak istemiyorum. Cahilliğin devrinde anlayış beklemek istemiyorum. Gözünüzdeki uçurumlardan düşmek istemiyorum. Sığ denizlerinizde kıyılara vurmak istemiyorum. İstemediğim bir dünyayı isteksizce yaşamak ve kıvranmak istemiyorum. Gitmeli, bu dünyaya ait olmayan bir sahil kenarına. Buralara yabancı bir yerde en tanıdık yabancı olmalı. Antik bir kalıntıda keşfetmeli kendi gerçekliğimizi. Yazıyı yeniden bulmalı.Kitabelere kazınmalı en asil gelecek. Kadim bir medeniyetin an iyi çağında tatmalı hakikati.Buralardan gitmeli, keşfedilmemiş bir diyarda insanı aramadan, insanca yaşamalı.
Reklam
-Sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz?- •Kendime katlanıyorum. "Yazılmış her kitap, ertelenmiş bir intihardır." diye yazanı Cioran'a, kitaplarının neden bu kadar karamsar olduğu sorulduğunda şöyle yanıt verir:"Formülize edilen her şey, daha katlanılabilir hale gelir. Eğer yazmasaydım muhtemelen bu beni
Meclis'i dost kadehlerinde dizqinlenir acılarımız. Anlattıldıkça anlatılası gelir gözü kırmızı adamın, agah makamında yayık hikayesi. Takdiri bellidir dertlerimizin, en ucuzlukçu müzaide tokmaklarında. Satıyorum satamadım denilir. Bitirilir sürrealist eserin açık arttırması. İntihar eden ressama aitliği tartışılmayan ucuz bir eser satılır. Bir kargaşada kurulan, giyotin sehpası trejediler anlatılır. En yaşlı profesörün hayat derslerinde. İçkiler boşalır bardağın dolu tarafından bakmayan vizyonsuz misyonere. İnançlar derlenir fihristli ve tarihsiz ajandalarda. Kargaşa içindeyim kafamda rüzgarın sessizliği. Napolyon savaş açmış bir Arap petrol zenginine. Japon balığı taciri bir Tacik, en fakir müktecilik hikayelerini anlatır Ortadoğulu bir evin kahveli sohbetlerinde.Dedim ya yaşamak kadar aptalca düşünceler var uykulu hallerimde. Ayık kaldığım sürelere kurşun sıkıyor ayıkladığım anılar. Neyse ne ben yazdım uzun uzun, mahkemelerde verilmeyen hükümlerin infazına katlanışımı. Yaşayın efendiler yaşayın gıybeti bol, husumeti çok dünyayı. Ben bir rüya görüp çıkıcam kabusa uyanmadan.

Reader Follow Recommendations

See All
Ölmeye karar verdim. Öyle uzun veya kısa birsüre sonra diye bir tarih belirlemedim. Her an yapabilirim.İnfazımı her an gerçekleştirebilirim. Bu kararı aldığımda farkettim aslında yaşamadığımı. Sadece kemiğe yapıştırılmış birkaç et parçası ve bunları saran deriden ibaretim. İnsanın bile son kullanma tarihi var. Bedenin ile ilgili değil bu tarih. Ruhen çürümeye başladığın anda son kullanma tarihin geçmeye başlamıştır. Kendimizi insanlara kullandırdık. Onlarda yiyebildiği kadarını yiyip, kapağımızı açık bırakıp terk ettiler. Çürüdük, üzerimizi yeşil parlak sinekler sardı. İçimizde kurtlar türedi. Çevremize iğrenç kokular saldık. Ölmek demek benim için bu kokunun toprağın altında son bulması. Yoksa çoktan hayat benim için bitmişti.
Uslansın diye köşelerde oturtulan, çocuksu uykular. Kıyısında dolaşılan hayat. Kaldırımlardaki acelesiz adımlar. Rüzgardan habersiz sakin yağan yağmur. Geçmişinden habersiz yaşlı kadın. Özgürlükten habersiz mahkum. Tüm bu sahneler daha uyumamışken. Bir gün daha başlıyor vakitsiz. Davetsiz bir gün bu. Gelme desende yanında beliriyor. Sorular, kaygılar, yanlış giden şeylerin düzgün ilerleyişi, giyilmeyi bekleyen kıyafetler, açılmayı bekleyen musluklar, içilmeyi bekleyen sigaralar... Bir tek gece bekleniyor saatin baş döndürücülüğünde. Uykusuzluğun bedensel belirginliği ile kavgalı düşünce yumakları. Yatağında döndüğün yöne yığılan. Uyumak için söylenen kimsenin duymadığı yalanlar. Buna inanmasını beklediğin yalancılar. Madem yaşıyoruz ile başlayan, nasıl olsa öleceğiz ile devam eden, anlamsızlığın içinde savrulan bir paragrafın ana düşüncesi nedir diye sorulmuştu. Azdan seçmeli bir hayatın doğru şıkkı nedir? Boş bakışlı, ürkek ve korkak o çocuk dersine hiç mi çalışmamıştı? Okuduğunu anlamamış. Ben anlamadım okuduğumu, yaşadığımı, kendimi ve sizleri. Sınava gerek yok her günün tekrarı var sadece. Bir gün sıkılıp okulu bırakacak birileri...
Reklam
Bileklerimden sızan, koyu karanlık mürekkebi savuruyorum beyazlıların lekesizliğine. Parmaklarımdan akanlar bulaşıyor ceviz masanın her köşesine. En karmaşık alfabelerin uyumsuz örgüsünde bendeki sırın kademi. Eklediğiniz ne varsa ismimin önüne reddetti yılmaz savunuculuk. Bir ölüm doğuyor kadim şavaş zılgıtlarında. Beyaza örtülü ve çoktan çürümüşün, gömülemeyen mezar taşları taşınıyor ilahilerin tınısında. Bu taşa yazılı mürekep bir yaşam. Bir taş değiyor çınlatmak için tepemizde duran çana. Kavgadan kaçanların cesareti ile yazılacak tüm destansı ağıtlar. Kır çiçeklerinin ezilmiş görüntüsü resmedilecek rüya tuvallerine. Bir dervişin zikrinden çıkarılacak, fikri tecavüz kanunları. Nerede kalmıştı, sonsuzu sayan bir ölünün yaşındaki onlu sistem sayacı. Kulluğu kaldıramadı büyük ve ulu tebliğciler. Tebessüm ile karşılayacağım iğrenç inançları. Ve tüküreceğim ağzımda gevelediğim tadı. Buralardan bir selam söylenecek orada duran dolu dizgin uyumsuzluklara. Girdaplı bir denizin kıyısında güneşlenecek köpek balıkları. Bulutların yükü boşalacak bir bardağın dolu tarafına. Bu evrenin sahibini yazacak kadar mürekkebi olan insan, neden yarıda bıraktı yalanları. Bu bile yeterdi anlayana, anlamadığı gerçeklik ile coşanların hikayesindeki varsayımları.
Hayat, gizliden gizliye, küçük yudumlarla, çatlaklarla canımı acıtıyor. Az önce başım döndü; sendelemeye yol açan türden bir baş dönmesi değil, beyindeki cansız bir boşluğa benzeyen ve bu boşluğun içgüdüsel olarak farkına vardığım bir baş dönmesiydi bu. Çok yalnızım, kalabalıklar tarafından kuşatılmışım. Yazmayalı aylar oldu. O zamandan beri
Ait olmadığım dünyanın, ait olmadığım şehrinde, yine bana ait olmayan bir viranesindeyim. Ait olmadığım viranenin soğuk ve soluk renkli duvarlarına asıyorum, içimdeki üzüntüleri. Biri çocuk, biri yaşlı, biri ağlayan, biri dua eden, bazıları da sadece ve öylece bakan yüzler. Bir elveda sergisi açtım bu gece, sessizliğin en karanlık anından kalma bir sergi. O viranenin tam ortasında beyazı lekeli bir sandalyede oturuyorum, başım ellerimin arasında. Üzerim kir-pas içinde. Demir kapının rüzgarla ses çıkarması dışında hayat belirtisi yok. Ölmeden koyulduğum mezarın içinde doğumumu bekliyorum. Bir sancı var bu odanın içinde. İsyan ettiğim hayatın ve anlatamadıklarımın demir yumruğu beynimin tam ortasına inen. Ölü bir doğum gerçekleşecek, günler sayılı biliyorum. Doğum sonrası ziyaretçilerini bekleniyor bu sergi. Gelenlere bir insan yaşadı ve öldü dedirtecek bu evrende. O kadar boş ve karanlık ki içim. Sessizliğin uğultusu duyuluyor kulaklarımda. Doğum sonrası alın bu ifadeleri, kopartın içimden. Gevşek bir beden dışında başka bir şey gömmeyin toprağa. Kuşları severim bir tek onlar gelsin mezarıma.
Gölgelere kaçtığımı hissediyorum, kendimi örümcek ağlarıyla sarmalıyorum, üzerime attığınız gerçekten kaçıyorum. Kara pelerinimi, ölümü göstermek, ve sizi onunla tehdit etmek istiyorum. Sylvia Plath, 11 Şubat 1963 - İntihar. Şu andan başka hiçbir şey gerçek değil ama ben yüzyılların ağırlığı altında boğulduğumu hissediyorum. Sanki asıl öldürmek
-Sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz? - Kendime katlanıyorum. "Yazılmış her kitap, ertelenmiş bir intihardır." diye yazan Cioran'a, kitaplarının neden bu kadar karamsar olduğu sorulduğunda şöyle yanıt verir: "Formülize edilen her şey, daha katlanılabilir hale gelir. Eğer yazmasaydım muhtemelen bu beni mahvedecekti."
Reklam
Albert Camus'ye göre bu dünyada anlam ararsanız hiçbir şey bulamazsınız. Belki bir yakınınız vefat eder, sevgiliniz bir başka birini sever ya da beklenmedik bir şekilde bir araba kazasında bir kolunuzu kaybedersiniz ve kendinizi "neden ben, neden şimdi ve neden bu şekilde?" diye sorarken bulabilirsiniz. Ve karşılığında, dünya size
157 öğeden 31 ile 45 arasındakiler gösteriliyor.