Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

ebrar

ebrar
@ebrar_duman
337 okur puanı
Haziran 2022 tarihinde katıldı
Uslansın diye köşelerde oturtulan, çocuksu uykular. Kıyısında dolaşılan hayat. Kaldırımlardaki acelesiz adımlar. Rüzgardan habersiz sakin yağan yağmur. Geçmişinden habersiz yaşlı kadın. Özgürlükten habersiz mahkum. Tüm bu sahneler daha uyumamışken. Bir gün daha başlıyor vakitsiz. Davetsiz bir gün bu. Gelme desende yanında beliriyor. Sorular, kaygılar, yanlış giden şeylerin düzgün ilerleyişi, giyilmeyi bekleyen kıyafetler, açılmayı bekleyen musluklar, içilmeyi bekleyen sigaralar... Bir tek gece bekleniyor saatin baş döndürücülüğünde. Uykusuzluğun bedensel belirginliği ile kavgalı düşünce yumakları. Yatağında döndüğün yöne yığılan. Uyumak için söylenen kimsenin duymadığı yalanlar. Buna inanmasını beklediğin yalancılar. Madem yaşıyoruz ile başlayan, nasıl olsa öleceğiz ile devam eden, anlamsızlığın içinde savrulan bir paragrafın ana düşüncesi nedir diye sorulmuştu. Azdan seçmeli bir hayatın doğru şıkkı nedir? Boş bakışlı, ürkek ve korkak o çocuk dersine hiç mi çalışmamıştı? Okuduğunu anlamamış. Ben anlamadım okuduğumu, yaşadığımı, kendimi ve sizleri. Sınava gerek yok her günün tekrarı var sadece. Bir gün sıkılıp okulu bırakacak birileri...
Reklam
Bileklerimden sızan, koyu karanlık mürekkebi savuruyorum beyazlıların lekesizliğine. Parmaklarımdan akanlar bulaşıyor ceviz masanın her köşesine. En karmaşık alfabelerin uyumsuz örgüsünde bendeki sırın kademi. Eklediğiniz ne varsa ismimin önüne reddetti yılmaz savunuculuk. Bir ölüm doğuyor kadim şavaş zılgıtlarında. Beyaza örtülü ve çoktan çürümüşün, gömülemeyen mezar taşları taşınıyor ilahilerin tınısında. Bu taşa yazılı mürekep bir yaşam. Bir taş değiyor çınlatmak için tepemizde duran çana. Kavgadan kaçanların cesareti ile yazılacak tüm destansı ağıtlar. Kır çiçeklerinin ezilmiş görüntüsü resmedilecek rüya tuvallerine. Bir dervişin zikrinden çıkarılacak, fikri tecavüz kanunları. Nerede kalmıştı, sonsuzu sayan bir ölünün yaşındaki onlu sistem sayacı. Kulluğu kaldıramadı büyük ve ulu tebliğciler. Tebessüm ile karşılayacağım iğrenç inançları. Ve tüküreceğim ağzımda gevelediğim tadı. Buralardan bir selam söylenecek orada duran dolu dizgin uyumsuzluklara. Girdaplı bir denizin kıyısında güneşlenecek köpek balıkları. Bulutların yükü boşalacak bir bardağın dolu tarafına. Bu evrenin sahibini yazacak kadar mürekkebi olan insan, neden yarıda bıraktı yalanları. Bu bile yeterdi anlayana, anlamadığı gerçeklik ile coşanların hikayesindeki varsayımları.
Hayat, gizliden gizliye, küçük yudumlarla, çatlaklarla canımı acıtıyor. Az önce başım döndü; sendelemeye yol açan türden bir baş dönmesi değil, beyindeki cansız bir boşluğa benzeyen ve bu boşluğun içgüdüsel olarak farkına vardığım bir baş dönmesiydi bu. Çok yalnızım, kalabalıklar tarafından kuşatılmışım. Yazmayalı aylar oldu. O zamandan beri

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ait olmadığım dünyanın, ait olmadığım şehrinde, yine bana ait olmayan bir viranesindeyim. Ait olmadığım viranenin soğuk ve soluk renkli duvarlarına asıyorum, içimdeki üzüntüleri. Biri çocuk, biri yaşlı, biri ağlayan, biri dua eden, bazıları da sadece ve öylece bakan yüzler. Bir elveda sergisi açtım bu gece, sessizliğin en karanlık anından kalma bir sergi. O viranenin tam ortasında beyazı lekeli bir sandalyede oturuyorum, başım ellerimin arasında. Üzerim kir-pas içinde. Demir kapının rüzgarla ses çıkarması dışında hayat belirtisi yok. Ölmeden koyulduğum mezarın içinde doğumumu bekliyorum. Bir sancı var bu odanın içinde. İsyan ettiğim hayatın ve anlatamadıklarımın demir yumruğu beynimin tam ortasına inen. Ölü bir doğum gerçekleşecek, günler sayılı biliyorum. Doğum sonrası ziyaretçilerini bekleniyor bu sergi. Gelenlere bir insan yaşadı ve öldü dedirtecek bu evrende. O kadar boş ve karanlık ki içim. Sessizliğin uğultusu duyuluyor kulaklarımda. Doğum sonrası alın bu ifadeleri, kopartın içimden. Gevşek bir beden dışında başka bir şey gömmeyin toprağa. Kuşları severim bir tek onlar gelsin mezarıma.
Gölgelere kaçtığımı hissediyorum, kendimi örümcek ağlarıyla sarmalıyorum, üzerime attığınız gerçekten kaçıyorum. Kara pelerinimi, ölümü göstermek, ve sizi onunla tehdit etmek istiyorum. Sylvia Plath, 11 Şubat 1963 - İntihar. Şu andan başka hiçbir şey gerçek değil ama ben yüzyılların ağırlığı altında boğulduğumu hissediyorum. Sanki asıl öldürmek
Reklam
-Sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz? - Kendime katlanıyorum. "Yazılmış her kitap, ertelenmiş bir intihardır." diye yazan Cioran'a, kitaplarının neden bu kadar karamsar olduğu sorulduğunda şöyle yanıt verir: "Formülize edilen her şey, daha katlanılabilir hale gelir. Eğer yazmasaydım muhtemelen bu beni mahvedecekti."
Albert Camus'ye göre bu dünyada anlam ararsanız hiçbir şey bulamazsınız. Belki bir yakınınız vefat eder, sevgiliniz bir başka birini sever ya da beklenmedik bir şekilde bir araba kazasında bir kolunuzu kaybedersiniz ve kendinizi "neden ben, neden şimdi ve neden bu şekilde?" diye sorarken bulabilirsiniz. Ve karşılığında, dünya size
"Yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark kalmadığında, özgürlüğüne kavuşur insan." 19.yüzyilin ikinci yarısındayız. Dostoyevski intihar olgusunun en derin roman karakteri olan Kirilov'u yaratır. Öyle ki, Albert Camus bile bu derinlikten o kadar fazla etkilenir ki bununla ilgili bir tiyatro oyunu sergiler. "Yangın zihinlerde,
-Neden ölüme bu kadar takmış durumdasın sence? • Ben olsam 'takmak' kelimesini kullanmazdım. -Sen ne derdin? • Takmak fiilinin yargılayıcı bir özelliği var, değil mi? Sanırım 'kararlı' kelimesi daha iyi betimliyor durumu. Periyodik tabloda, alttaki elementlerin en sevdiğim özelliği ne biliyor musun? Bazıları sadece saniyeden de
Geçmişin buğulu derinliklerinde yaşanan ana dek uzanan narin öngörü ipliği karanlıkta ışıldayan bir nokta gibi gitgide soluyor, silikleşiyor, yok oluyor en sonunda yapraksız ağaçların birinden koparılan ince, kuru bir dal gibi suyun yüzeyine çizilmiş kıpırtılı bir resim gibi ifadesizleşmeye yol alan yüzler gibi taşlıkta seken bir tespih tanesi gibi silik bir gölge gibi oradan oraya sıçrayan ele avuca sığmayan bir bezek gibi bir anlık bir bilinç boşluğu gibi bir nefes kadar kısa, titrek karartıların bir araya toplandıkları, birbirine karıştıkları, eriyip ufaldıkları, döne döne toprak halini alması bir göz eriminde, git gide yok olan bir noktaya dönüşmesi gibi. Bacaklarının karıncalanmaya başladığı yere geri geliyor. Tekrar diz çöküyor oraya. Bakışlarıyla her şeyi duvara çivilemek istercesine bakıyor duvara. Kımıltısız. Etine işlenen bir tedirginlik kıpırdanıyor her şeyde. Basık tavana bakıyor. Yere serilmiş iki parça hasira bakıyor. Çok odalı bir ev kadar yalnızdı. Bir ünleme yaslanıp durdu yorgun sesi. Dışarda kusursuz bir yağmurun sıkıntısını alarak yanına çarpık gülüşüyle sigarayı dudaklarının arasından çıkarmak zahmetine dahi katlanmaksızın, içinde birbirine çarpan sözcüklerini eze eze kurduğu bu cümlelerle, pekmez denli yoğun, kıvamlı, kaygan düşlerle bu öykünün sonuna geldiğini fark ediyor
153 öğeden 31 ile 45 arasındakiler gösteriliyor.