Geçmişin buğulu derinliklerinde yaşanan ana dek uzanan narin öngörü ipliği karanlıkta ışıldayan bir nokta gibi gitgide soluyor, silikleşiyor, yok oluyor en sonunda yapraksız ağaçların birinden koparılan ince, kuru bir dal gibi suyun yüzeyine çizilmiş kıpırtılı bir resim gibi ifadesizleşmeye yol alan yüzler gibi taşlıkta seken bir tespih tanesi gibi silik bir gölge gibi oradan oraya sıçrayan ele avuca sığmayan bir bezek gibi bir anlık bir bilinç boşluğu gibi bir nefes kadar kısa, titrek karartıların bir araya toplandıkları, birbirine karıştıkları, eriyip ufaldıkları, döne döne toprak halini alması bir göz eriminde, git gide yok olan bir noktaya dönüşmesi gibi. Bacaklarının karıncalanmaya başladığı yere geri geliyor. Tekrar diz çöküyor oraya. Bakışlarıyla her şeyi duvara çivilemek istercesine bakıyor duvara. Kımıltısız. Etine işlenen bir tedirginlik kıpırdanıyor her şeyde. Basık tavana bakıyor. Yere serilmiş iki parça hasira bakıyor. Çok odalı bir ev kadar yalnızdı. Bir ünleme yaslanıp durdu yorgun sesi. Dışarda kusursuz bir yağmurun sıkıntısını alarak yanına çarpık gülüşüyle sigarayı dudaklarının arasından çıkarmak zahmetine dahi katlanmaksızın, içinde birbirine çarpan sözcüklerini eze eze kurduğu bu cümlelerle, pekmez denli yoğun, kıvamlı, kaygan düşlerle bu öykünün sonuna geldiğini fark ediyor