"Din" kelimesi ile kastedilen mana; kanun, kural, şeriat, yol ve insanların yaşamını ona bağımlı olarak sürdürdüğü düşünce ve hayat nizamıdır.Eğer bir kimsenin birtakım kanun ve kurallara uyarak, tabi olduğu egemenlik Allah’ın egemenliği ise, o kişi Allah’ın dinindedir.Yok eğer bu egemenlik herhangi bir despotun, bir kralın, bir şefin egemenliği ise; kişi o despotun,kralın,şefin dinindedir.Eğer egemenlik herhangi bir ruhban sınıfın elindeyse, kişi onların dinindedir.
Mümin olan kimse, İslam sistemini, makam ve hâkimiyetini sağlamadıkça, Tevhid bayrağının yeryüzünde dalgalandığını görmedikçe, daima ızdırap içinde kıvranır. Huzur nedir, bilmez. Bu imanın işaretidir.
O, kendisinin Allah olduğunu ileri sürmedi; onun bütün isteği, halk üzerindeki otoritesinin mutlak olması ve bu otoriteye ortak koşulmamasıydı. Bir hükümdar olarak
yönetimine meydan okunmamalıydı. Bu savı, hükmetme kudretini elinde tuttuğu gerçeği üzerinde kurulmuştu. O halkının yaşamı üzerinde ve mülkî meselelerde her istediğini yapabilirdi, herhangi bir kimseyi ölüme mahkum etmek veya affetmek gibi konularda mutlak bir otoriteye sahipti. Bütün bunların
üzerine Hz. İbrahim (a.s.)'dan da kendine itaat etmesini, yönetici olarak kendini tanımasını, kendisine hizmet etmesini ve her emrine uymasını istedi. Fakat, İbrahim (a.s.) Allah'tan başka hiç kimseye itaat ve hizmet etmiyeceğini söylediği zaman Nemrut neye uğradığını şaşırdı. Hırsla sarsıldı, kendine ve yönetimine isyan eden bu şahsı nasıl kontrol altına alabileceğini bilemedi.
Bir kişi kendi özel hayatında Kur’an’ı yaşamadıkça onu kavrayamaz. Bir toplum bütün sosyal kurumlarıyla birlikte Kur’an’a karşı çıktığı sürece onu anlayamaz.
Biz, bilerek veya bilmeyerek Kur'an'ı kendi günlük hayatımızdan uzaklaştırdık.Çünkü onu, ne demek istediğini anlamadan okuduk. Bunun neticesinde, Kur'ân'ın iç dinamiğine aykırı olan görüşleri bile farkında olmaksızın Kur'ân'î görüşlermiş gibi benimsedik.