Nereden başlayacağımi inanın bilmiyorum. Söylemek istediğim o kadar çok şey var ki. Sokaktan geçen insanları durdurup kitabı anlatmak istiyorum resmen. Elimden düşüremedim. Beni zaman zaman gülümseten bir kitaptı. ( ki gözlerimin dolduğu zamanlar daha çoğunlukta) 2.dünya savaşıni anlatırken gülümseten ilk ve tek kitap olarak tarih yazabilir.Sıcacık bir hikayeydi. Kelimelerin gücüyle iktidara gelen Hitler ve nazi Almanyası yine kelimeler kullanılarak ancak böyle güzel anlatılabilirdi. Dönem o kadar güzel anlatılmış ki. Üzerine yoğun çalışıldığı çok belli. Verilen emek oranınca da ortaya çok kaliteli bir iş çıkmış. Hans'ın savaşa gittiğinde ve ceset toplayıcılık işinde çalıştığı bölüm ve bombardıman sahnelerini bir solukta okudum. En sevdiğim karakter valinin karısı oldu. Oradaki beklenmedik süpriz gerçekten farklı bir tad verdi. Kurgusu dahice. Söyleyebilecek tek bir olumsuz lafım, eleştireceğim tek bir sayfa olmadı. Kendimce İkinci Dünya Savaşıyla ilgili roman yazmanın zor olduğunu düşünürüm. Hele ki iyi bir roman yazmanın. Çünkü ister istemez yazarın kimliģi ve sempati duyduğu taraf sayfalarda kendini gösteriyor sırıtıyor. Bu açıdan herkese eşit mesafede duran ve herkesin bir gün mutlaka tanısacağı ölüm meleğinin dilinden olması kitaba tarafsızlık katmış. Kitap hırsızının kitapları çalarak okuması dükkanın ilgi çekici, cafcaflı vitrini. İçeride daha ne hikayeler var....
Kitap HırsızıMarkus Zusak · Martı Kitabevi · 201212,6bin okunma
Gorki ile yıllar yıllar önce edebiyat dersinde ödev olarak verilen "Ana" kitabı sayesinde tanıştım. Yeri doldurulamaz, hafızamdan silinmeyen izler bıraktı bende Ana. Sonra devam ettim Gorki okumaya. Ve her kitabında onu daha çok sevdim.
Bu yıl bir türlü fırsat bulup okuyamadıklarımı okuyacağım derken, Çocukluğum geldi aklıma. Yine
Cengiz Aytmatov 1928 yılında Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'e bağlı Talas Vadisi'nde yer alan Şeker Köyü'nde doğmuştur. Babası Törekul Aytmatov, annesi Nagima Hamzayevna Aytmatova'dır. Memur olan babası 1937 yılında Stalin'in temizlik harekâtında öldürülen kurbanlar arasındadır. Annesi çeşitli memuriyetlerde bulunmuş ve dört
“Çevremdeki herkesten özür dileyerek Suç ve Ceza ya başlıyorum. Bu şölen için kendimi yakınlarıma kapatıyorum. Sadece çay ve kahve benimle olacak. Bencillik tavan yapsın, umurumda değil. “ cümlesiyle kitabı okumaya başlamıştım.
Suç ve Ceza hakkında herkes bir şeyler duymuştur, hatta başkarakterinin adını bile bilenler vardır. Kitabın sonunu
Hakan Günday diyince akla yeraltı edebiyatı gelir. Ama kendisine sorulunca bu soruyu kendisi ben yeraltı yazarı değilim der. Alkol, cinsellik, küfür, sıradaşılık, sadistlik bu akımın aslında en belirgin özelliklerinden ve Hakan Günday ında kitabında fazlasıyla bu saydıklarımın mevcut. Yani Hakan Günday ın kabul edip etmemesi pek önemli değil. Kendisi
Kimilerinin orta çağ dediği zamanlarda geçen hikaye uzak geleceğe, uzaya taşınmış. Saltanat ve cumhuriyetin, savaş ve barışın, mucize ve teknolojinin, din ve bilimin mücadele etmediğinin, asıl olanın insani faziletler olduğunun vurguları çok güzel. Ayrıca kitapta biraz oryantalizm esintisi mevcut. Metinde bolca Arapça ve Türkçe ifadelerle
Bu kitabı ilk defa okuyacak olanlara sesleniyorum: Önsözü yırtın, ya da okumadan geçin. Kitabın sonunu anlatan önsöz mü olur ey
Cevat Çapan ? Madem ki bu kitabı okumak Oğuz Atay’ın yüzdürdüğü bir gemiyle, serüven dolu bir yolculuğa çıkmaktır, bırak da köşeyi dönünce ne olacak meraklanalım.
Benim Tehlikeli Oyunlar’ı ikinci okumam. Bazı kitaplar, ki
Dünya üzerinde bildiğim üç fena hastalık vardır. Hastalık deyince hepimizin aklına bizi kıvrım kıvrım kıvrandıran yataklara düşüren, hastanelere koşturtan bazen daha beter sonuçlara yol açan illetler gelir. Amma benim bildiğim hastalıklar bunlar gibi acı çektiren, hüzünlü şeyler değildir. Yalnız bunlardan beterdir. İnsanın öldürmez de dağ bayır