“Ulu Tanrım,” diye mırıldandı, “ne yapmalı? Yardım et, bir şeyler söyle bana! Sana her gün raporumu veriyo rum, köyün ne hale geldiğini biliyorsun. Yiyecek şeyimiz kalmadı, her geçen gün eriyoruz; her geçen gün askerler den biri kaçıp dağdakilere katılıyor. Aforoz edilen oğlum, Kızıl Takkelilerin komutanı, Kartaltepesi’nden bize her gün haber yolluyor; ‘Teslim olun! Teslim olun! Yoksa vay halinize!’ Ne yapmalıyız? Ne yapmalıyım? Az önce Areti’nin sana sövdüğünü duydun, gerçekten dayanacak halimiz kalmadı. Açhktan ölen çocukları nasıl kurtarma lı? Bana bir öğüt ver Ulu Tanrım. Köyü yakılıp yıkılmaktan kurtarmak için dağdaki partizanlara mı teslim edeyim? Ya da kollarımı kavuşturup merhametini mi bekle yim? Ne yazık ki insanız Ulu Tanrım, bekleyemeyiz. Merhametin gecikiyor. Genellikle de bizi ölümden sonra, öteki dünyada gelip buluyor ama ben, merhametini yeryüzünde göstermeni istiyorum.” Bir an sustu. “Ne olursa olsun,” diye ekledi yüksek sesle, “merhametini yeryüzünde göstermelisin!”
«Kendisiyle ne yapacağını bilmeyen biri ne yapmalı? Bedenden ve ruhtan yararlanmak için, kendisini beden ve ruh olarak mı kullanmalı? Yoksa gücünü bir dış güce mi çevirmeli? Yoksa bir sonuç gibi, çözüm olarak kendinden doğmayı mı beklemeli? Hâlâ biçimin içinde olduğumdan bilmiyorum cevabını. Sahip olduğum her şey çok derinimde gömülü. Bir gün, sonunda konuşunca, yaşamayı sürdürmek için bir şey kalacak mı elimde? Yoksa söyleyeceğim her şey yaşamın ardında, yaşamın ötesinde mi kalacak?»
"Öyleyse, yoldaşlar, bu hayatta başımıza gelen tüm kötülüklerin insanların zorbalığından kaynaklandığı gün gibi açık değil mi? Şu İnsanoğlu'ndan kurtulalım, emeğimizin ürünü bizim olsun. İşte o zaman zengin ve özgür olacağız. Öyleyse, ne yapmalı? Gece gündüz, var gücümüzle insan soyunu alt etmeye çalışmalı! İşte, söylüyorum yoldaşlar: Ayaklanın! Bu Ayaklanma ne zaman gerçekleşir bilemem, bir haftaya kadar da olabilir, yüz yıla kadar da; ama şu ayaklarımın altındaki samanı gördüğüm gibi görüyorum: Hak er geç yerini bulacaktır. Yoldaşlar, şu kısa ömrünüzde bunu aklınızdan çıkarmayın!
.
Ah, aşk bile, bu kadar saf ve beyaz aşk bile kendi kendisini tüketirse hayatta ne yapmalı, yaşamak için başka neye tutunmalıydı?
İnsana o heyecanları, o yükselme ateşini, o şiirselliği verebilen aşk bile kendi sonunu kendi getirirse niçin yaşamalıydı?
.
İnsanlar neden hakikati kaldıramaz? Birincisi, çünkü hakikat onları hayal kırıklığına uğratır. İkincisi, çünkü hakikat genelde çıkardan yoksundur. Üçüncüsü, çünkü hakikatin asla doğru görünümü yoktur – yalanların çoğu çok daha iyi hazırlanmıştır. Dördüncüsü, çünkü hakikat yaralar. Barışı yayacağını sanarak savaşta komutan olmanı istemiyorum.’ ‘Anne, ne yapmalı? Yalan mı söylemeli?’ ‘Hayır, susmalı. Sessizlik, asla ihanet etmeyen bir dosttur.’
Neden bir şeyler yapmak için düşünmemiz gerekiyordu ki? Bana kalırsa insan, istediği zaman istediği şeyi yapmalıydı. Ecem gibi. Ya da benim gibi istediği şeylerin olması için planlamalar yapmalı ve hayatını şansa bırakmamalıydı. Ecem'i her gün içmeye ve dağıtmaya sürükleyen şey buydu, kontrol edememek; biliyordum çünkü ondan farklı değildim
Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: Kendini çözemeyen kişi, kendi dışında hiç bir sorunu çözemez.