Yengem Sabahat'ın annesiydi, ama ben gün boyu sokağa çıkıp dışardan, "Yenge! Yenge!" diye bağırdığımdan, Sabahat annesine, "Yenge," der olmuştu. Sabahat benden iki yaş küçüktü.
Edirne'nin Köprüleri
Hemen hemen her hikâyesinde kendinizden bir şey bulursunuz. Yoksulluğun dejenere edilmeden hikâyeye yedirilmesi ne müthiş bir yetenektir. Hayranlığım kat kat arttı. Taşralı, Piyano Çalabilmek, Edirne'nin Köprüleri ve Haraç hikâyelerini ayrıca sevdim.
Parasız YatılıFüruzan · Yapı Kredi Yayınları · 20193,706 okunma
Ninem yakınırdı her zamanki gibi:
— Abe kızanlarım, topraksız yerde yaşanmaz. Her yer burada ev. Güneşi gördüğümüz yok. Derler ki, gelmeyeydin. Kim gelmek istedi, ben mi? Ah kışın bile duvarları sıcak olan evim. Çapaya çıktığımızda tarlakuşları ötmezdi daha. Kışın karın altında toprak dinlenir suyunu alırdı iyice. Toprağı kazardık, yarılır gevşerdi. Bolluğu bereketi ancak toprak anlatır. Gençliğimde olsaydı, çıkıp giderdim buralardan. Yaşlılık zor dert. Çıkmamış kimse gurbetteki topraklarımıza bahçelerimize sahip. Almaz aklım, bu erkeklerin çabası niyedir? Alıp başlarını düşerler gurbetlere, viranlara. Bırakırlar ata topraklarını.
Buraya gelip yerleştiklerinde, Sabahat’ın saçlarını örüp uçlarını boncuklarla süsleyen yengem, kesmişti kızının saçlarını. Ufacık çocuğunu, nerelerde barındıracağını şaşırmıştı ilk günler. Bağlar, bahçeler yoktu artık. Küçük kız, öyle, sessiz, köşede kalakalıyordu gün boyu. Ağlayıp bağırsa üzülmezdi. Onun bitmemiş bir yolculuğun sonunu beklermişçesine susup oturması, yengemi yaralıyordu.
Havaların ısındığı bir ilkyaz günü kapının önüne bırakmıştı çocuğunu.
Kızının iyi huyuyla, kendini öbürlerine sevdireceğine inanıyordu.
Bir ara işinden baş alıp sevinçli sesleri görmeye çıktığında, çocukların Sabahat’ı saçlarından tutup at gibi koşturduklarını gördü. Bir de tekerleme tutturmuşlardı:
“Edirne Çingenesi, ne de uzun yelesi...”
Evde, o akşam, Sabahat’ın saçlarının kesilip kesilmemesi için çıkan tartışmada, ninem sesini yükselttikçe, yengem o suskunluğunu hiç yitirmemişçesine sürdürdüğü konuşmasıyla,
“Bakımı zor oluyor, hem çocuk zayıf” diyordu.
Acıların ve çekilen sıkıntıların bazı insanları olgunlaştırdığını hayata bakışlarını, üretkenliklerini ve karakterlerini olumlu etkilediğini düşünürüm hep. Acı, sıkıntı, yoksulluk ve yoksunluklar karşısında; içten içe bilir ve hisseder ki bu mücadeleyi vermek zorunda olanlar ya olacak ya da ölecektirler. Füruzan da böylesi bir mücadelede
Ninem sevgisini göstermeden sevme töresine olan bağlılığını unutup sarılıvermişti gelinine.
Bu ilk kez oluyordu bunca yıldır.
Bir de sayarsak düğün gecesi öpmüştü onu.