dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
Bir zamanlar Efkâr adlı antik bir kentte, birbirlerinin ilmini küçümseyen ve beğenmeyen iki bilge yaşıyordu. Biri tanrıların varlığını reddediyordu, diğeriyse bir mümindi.
Bir gün pazaryerinde karşılaştılar ve müritlerinin önünde, tanrıların varlığı veya yokluğu üzerine görüş bildirip tartışmaya başladılar. Saatlerce münakaşa ettik- ten sonra, ayrılıp birbirlerinden uzaklaştılar.
O akşam, tanrıları inkâr eden bilge tapınağa gitti ve sunağın önünde secde edip tanrılardan geçmişteki inatçılığı için onu bağışlamalarını istedi.
Aynı saatlerde, tanrıların varlığını savunan bil- ge, kutsal kitapları yaktı. Zira tanrılara inanmayan bir imansıza dönüşmüştü.
15 Aralık 1915"te Veliaht Vahdettin'le Almanya gezisi sırasında Karlsbad'a tedaviye gönderilen Mustafa Kemal, burada tutuğu not defterine;
"Benim elime büyük selâhiyet ve kudret geçerse, ben hayatı içtimâiyemizde arzu edilen inkılâbı bir anda yapacağım, ben bazıları gibi, efkâr-ı ulemânın (âlimlerin fikirlerinin) yavaş yavaş benim tasavvrâtım (düşündüğüm işler) derecesinde, tasavvur ve tefekkür etmeye (tasarlamak ve düşünmek) alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul etmiyorum. Böyle bir harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden bu kadar senelik tahsil-i âli gördükten (yüksek tahsil yaptıktan) sonra, hayât-ı medeniyye ve içtimaiyyeyi tetkik ettikten ve hürriyeti tezevvükten (hayatımı ve vakitlerimi harcadıktan) sonra avâm mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar.