«Hiç bir zaman gözüm tutmadı şu Bedri’yi. Belli dönemin belli aydın tipi. Paçası sıkıştı mı öte yana geçiverir. Yarı aydın, yarı inançlı, yarı namuslu. Hatta hatta paçasının sıkışmasına da gerek yok. Burdan görünür öbür yana yaltaklanır, ne edeceğini bilemez.» Yüzünden bir tiksinti belirtisi geçti. «İğrenç bir dünyada yaşıyoruz.»
Üsküdar’dan çok yolcu binmişti Köprü’ye, kalabalıktı vapur. Selim kalabalığı seviyordu. Bir köylü çocuğu olmasına karşın kent yaşamından, bu harıltı gürültüden hoşlanıyordu. İlginç ve tuhaf buluyordu insanları. Koşullandırılmıştı bu insanların düşünceleri, öfkeleri, sevinç ve kederleri. Uyanık görünseler de aslında uyuyorlardı. «Uyurgezer bütün bunlar!» diye düşündü. Doğru ve namuslu yaşamdan habersiz, ona buna kazık atarak, sinekten yağ çıkarmaya çalışarak, gündelik nafakayı doğrultmak uğruna, gündelik nafaka çıkınca daha çoğunun özlemi içinde, elbirliğiyle bozuk bir düzeni ayakta tutmaya uğraşıyorlardı. Sömürüyü bile bile yürütenlerin, uyanıkların, hinoğluhinlerin elindeydi dizginleri. Aldananlar, aldatanla bir safta sanıyorlardı kendilerini. Bir yanılgıydı bu, bir aldatmaca. Silkinebilseler görüvereceklerdi gerçeği. «Aldatmaca ne kadar açık!» diye düşündü. Demek insanoğlu gözüne batanı görmeyecek kadar kör.
Bizimki geceden korkan çocuğun türkü çağırması gibi bir avuntu, diyor. Toplum sorunları avutuyor bizi. Kişisel sıkıntılarımızı unutuyoruz. Oysa herkesin, köydekinin, kenttekinin, bakın bu konuda diretiyorum, bin bir ruhsal sorunu var.
İçinde yıldız gibi kayarak, rahatça bağlantı kurulup, yan gelip yatarak okunacak cinsten bir roman değil Resul. Yeryüzündeki hâl-i pür-melâlimizden gayet memnun olan okuma adayları için rahatsızlık verebilir, deyim yerindeyse “hikâye” anlatmıyor. Dil ve içerik başkalığı H. Kıran’ın ilk okuduğum Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’dan âşinâ olduğum, sevdiğim bir tarz; nev’i şahsına münhasır.
Dücane Cündioğlu’nun bir tespiti vardı: Fırlatılıp atılmışız bir kere bu dünyaya. Biz kendimizi burada bulduk. Bir baktık ki buradayız. Yaşamı seçmedik, ona mâruz kaldık. Şaşkınız.
Resul bu mâruz kalmanın, şaşkınlığın içinde… Bir çıkış arıyor, arıyoruz… Bedenden, bilinçten kaçabilir miyiz, gidilebilir bir yer var mı? Bu zulümden kurtulmak mümkün mü, nasıl?
Bu sorulara cevap arayan Resul’un yer yer akıllara durgunluk veren hâli ile hallenmek isterseniz ne âlâ, çünkü kitap bittiğinde de elde avuçta kalan aynı soru işaretleri.
“Resul durumu anlıyordu. Kimseye kırgın değildi. Hüküm böyleydi. Yüzünü ekşitmesi mi? Bir kere ağzı kanla doluydu, bunun kendi kanı olması durumu iyice tatsızlaştırıyordu. Karnın altına alınan darbeler insanı kilitliyordu. Az üstüne vurmak nefessiz bırakabiliyordu. Böbrekler coşkulu bir kusma isteği, karaciğer ve dalak ise içinde bir bomba patlamış gibi. Doğal olarak ben Resul gülümsemekte güçlük çekiyorum.” (S. 117)
ResulHüseyin Kıran · Sel Yayıncılık · 201794 okunma
Çoğu kez salt düşünmekle doyar, söylemekle yetinir beynimiz; aklından geçirmek eyleme geçirmenin tohumudur muhakkak, ancak bu tohumun kendisi yeterli olur. Aklın bu yetinme yetisine ne kadar şükretsek azdır. Ya isteklerimizi kaçınılmaz biçimde gerçekleştirmek zorunda olarak programlanmış olsaydı beynimiz ve bedenimiz. Dünya bizim için muhteşem bir