Muhammed, yönetim kolaylığını sağlamak üzere yoksulluğun erdemlik olduğunu söylemek suretiyle, bir yandan Tanrı'yı eşitsizlik sisteminin mimarı durumunda kılmış, diğer yandan da insanları yeryüzü eşitsizliklerine ve yoksulluklara razı kılmak suretiyle İslam toplumlarının siyasal ve ekonomik kaderini çizmiştir. Daha başka bir deyimle, Müslümanları Tanrı'ya karşı muhtaç ve yalvarır durumda ve korku içerisinde tutarken, onların sosyal ve ekonomik alanlarda gelişemez kalmaları sonucunu hazırlamıştır.
Sayfa 53 - Kaynak yayınları Birinci Basım : Şubat 2006Kitabı okudu
11 Eylül sonrası
Başıyla elimdeki listeyi işaret etti." Dilencileri de gösteriyor mu?" Göstermiyordu .Ama hatırlıyor gibiydim. bebeğim Dünyada 80 milyon kadar ,sanırım." Biri de bendim." Başını salladı,düşünceye dalmış gibiydi. Konuşmaya başlamadan önce ,birkaç dakika sessizlik içinde oturduk."Dilencilik yapmak hoşuma gitmedi.Çocuğum öldü .Ben de Afyon yetiştirdim."Afyon "? Omuzunu silkti." Ağaç yok ,su yok.Ailemizi beslemek için tek yol."Boğazımda bir yumruyla birlikte içimi sıkan, suclulukla karışık bir üzüntü hissettim." Biz afyon yetiştirmeye kötü deriz. Ama en zengin insanlarımızın çoğu servetlerini uyuşturucu ticareti borçludur."
Reklam
Bir toplumun temel yağışının belirleyicisi elbette ki o toplumdaki ekonomik altyapı ve bu altyapının gerektirdiği biçimde inşa edilmiş ilişkilerdir. Fakat söz konusu altyapının yanı sıra gelenek, kültür ve inançtan kaynaklanan başka ilişki biçimleri de bulunabilir
"Sanatsal ürün ve yargı ancak bireye ait ve egemen ekonomik sistemin tekboyutluluğuna direnme gücü ile bağlantılı. Ancak reel yaşamla arasına mesafe koyabilen birey direnebilir. Kitle içinde erimiş birey ise ancak toplumsal mekanizmaların dayattığı biçimde duyabilir ve bu bildik dünyaya karşı yeni bir dünyanın, yeni bir toplumun mümkün olabileceğini duyumsayıp, bu doğrultuda direnemez. Bireyin terk edilmiş durumunu ve acısını, birey ile toplumun arasındaki boşluğu ödün vermez bir biçimde ifade eden ürünler, geçmiş dönemdeki büyük sanat eserlerinin 'hakikilik' içeriğini koruyabilirler."
Sayfa 94 - İstanbul: Varlık Yayınları, 2007.Kitabı okudu
Büsbütün içindeyiz…
Hakikatin önemsizleşmesi döneminde artık siyasi liderlerin savlarının ve söylemlerinin hakikatle bir ilişkisi olması önemini yitirmiştir. Destekçisi olan kitlenin inançlarına ve önyargılarına uygun olduğu sürece liderin tutarsız savları ileri sürmesi, yolsuzluk yapması, başarısız dış siyaset ya da ekonomi yönetimi yapması önemini yitirir. Zira artık her olumsuz gelişme için bir bahane vardır. Olumsuzlukların tümü iç düşmanlar, dış düşmanlar, terörist örgütler, casuslar, ülkenin gelişmesini istemeyen seçkinler gibi çoğunlukla siyaseten icat edilmiş kesimlere yıkılır. Başarılar siyasetçilerin, başarısızlıklar ise ülkenin ilerlemesini istemeyen şer odaklarının kurduğu pusulardan kaynaklanmaktadır. Hakikatin önemsizleşmesi döneminde, bu sayları ileri süren siyasetçilerin kitleleri, hiçbir akıl yürütmeye başvurmadığı ve her şeyi inanç ve kanaat aracılığıyla kabullendiği için, böylesine büyük komplo teorilerinin -kulağa garip geliyor ama-tümü karşılık bulacaktır.
"Bezgin, sefil, geniş toplulukların kendiliğinden ve kararsız başkaldırması, acıdan doğan kör ve içgüdüsel bir tepkisi değildir. Tam tersine, halk henüz ayaklanmışken, propaganda düşünseldir ve hareket toplumsal evrin çizgisindeki ekonomik ve gereklilik üstüne kurulmuştur. Devrimci, toplumun kuyusunun dibindeki mezbahalarda açıklığa mahkum edilmiş ya da hastalık çeken değil, aslında sağlıklı, iyi beslenmiş, kendisi ve çocuklarını bekleyen mezbahayı görüp bu çöküşe tepki gösteren bir emekçidir."
Reklam
748 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.