" Birçok insan, olanı biteni dışarıya sızdırmayan aile duvarlarının içinde büyümüştür. Karanlıkta büyüyen duygularla, travmalarla; konuşulmayan kırgınlıklarla, küskünlüklerle; dillendirilmeyen sevgilerle, övgülerle patlayacak kadar dolmuştur. Pek çoğumuz "yen içinde kırılmış kollarımızla" kucaklayamayız birbirimizi. Sözün gümüş, sükütun altın olduğu, "aile sırları"nın aşılmaz duvarlar ördüğü ortamda büyümüşüzdür. Bütün bunlar, hep o kapalı alanlarda ruhu- muzu vitaminsiz, kalbimizi aç bırakmıştır. Bunlar yalnız bizim ailededir; bilinmesin, duyulmasın deriz. Ruhsal yorgunluklarımızı, hastalıklarımızı, travmalarımızı ve lavanta çiçeği kokan kederlerimizi dürüp büker, saklarız bohçalarımızda. El âlem duymasın isteriz. Sonra bir gün bir roman okursunuz ve sarsıla sarsıla ağlarsınız. Romandaki kurgu karakterle özdeşleşirsiniz. Onun yerine konuşur, kızar, bağırır, yumruk sıkar, diş gıcırdatır hatta ağlarsınız. İçinizin barajları patlayıverir. Sonra sonra aynısını bir filmde, bir tiyatroda bir şiirde, bir hikâyede yaşarsınız. Bir tek biz değilmişiz, "El ile gelen düğün bayram." dersiniz ve teselli edersiniz kendinizi. "