NW: Fransa'ya geldim, çünkü kızımı belli bir yaşam tarzından kurtarmak istedim.
EB: Nasıl bir yaşam tarzıydı bu?
NW: Onun, arzusu ve doğası hilafına, ömür boyu sessizce boyun eğmeye mahkûm, sürekli korkan, yanlış olanı göstermekten, söylemekten ya da yapmaktan ödü kopan o cefakâr, mutsuz kadınlardan birine dönüşmesini istemedim. Batı'da -örneğin burada, Fransa'da- bu kadınlara hayranlık duyan, çetin yaşamları nedeniyle onları kahraman ilan edenler var; onların yaşamına tek bir gün bile tahammül edemeyecek, uzaktan hayran olmayı yeğleyen insanlar bunlar. İsteklerini söndürmüş, hayallerini gömmüş kadınlar, ama yine de -ki en kötüsü de bu, Mösyö Boustouler- onlarla konuştuğunuzda gülümser, hiçbir sorunları yokmuş gibi yaparlar. Sanki gıpta edilesi yaşamlar sürüyormuş gibi. Ama yakından bakınca, o çaresiz anlamı, o kıstırılmışlığı fark eder, bütün o iyimserlik gösterisini nasıl yerle bir ettiğini görürsünüz. İçler acısı bir durum, Mösyö Boustouler. Kızımın bunu yaşamasını istemedim.