Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kanun hep daha fazla çocuk yapılmasını istiyordu ki az ücretle çalışacak yeteri kadar işçi bulunsun. Ayrıca işçilerin sömürülmesi emeğin bütün asaletini ortadan kaldırıyor, emek gerçekte değerlerin en kıymetlisi olduğu halde dertlerin en beteri gibi görülüyordu.
Sayfa 37 - Yordam YayınlarıKitabı okudu
640 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Sanayi Devrimi yaşandıktan sonra toplumda ortaya çıkan olumsuz etkiler, çirkinlikler ve sefalet edebiyatla anlatılmış. Kapitalist rejimin gelmesiyle, adaletsiz gelir dağılımı, işçi sınıfının ezilmesi, düşük ücret, kötü çalışma şartları zorunlu bir hâl almış. Sınıflar arasındaki farklı yaşam kalitesi, emeğin yok sayılması ahlâk değerlerini bozmuş. Yüksek doğum oranlarıyla savaşan kuvvetli sınıfa karşı Emile Zola doğurganlığı savunmuş. Çünkü birçok kadın, sebepleri farklı olsada, koşulların etkisine bağlı olarak, çocuk sahibi olmamak için başvurdukları yöntemler sebebiyle canlarından olmuş veya sakat kalmışlar. Doğum şansını yakalayan bebekler ise ölüme veya Çocuk Esirgeme Kurumuna terk edilmiş. Aile yapısı bozulmuş. Aşk yozlaşmıştır. Ünlü Yazar, çevre koşullarının etkisiyle ele aldığı konulara değinirken karakterlerin ruhsal analizlerini doğal bir dille yazmış. Dram içerikli roman ama gerçekçi yazımı ile okuyucuyu etkiliyor aynı zamanda geçmişten günümüze ışık tutuyor.
Döl Bereketi
Döl BereketiEmile Zola · Yordam Edebiyat · 2020117 okunma
Reklam
Sermaye, sefalet çekecek insan yaratmak zorundaydı, kendi karlarının devamını sağlamak için, ne olursa olsun, ücretli sınıfları döl bereketine sevk etmesi lazımdı. Kanun hep daha fazla çocuk yetiştirilmesini İSTİYORDU, ta ki az ücretle yeteri kadar işçi BULUNSUN. Ayrıca ecelerin sömürülmesi, emeğin bütün asaletini mahvediyor, Emek, gerçekte, değerlerin en kıymetlisi olduğu halde, dertlerin en beteri görünüyordu. Öyle ki kemirici Bir Sıraca Gibi idi. Siyasi eşitlik ve iktisadi eşitsizlik memleketlerinde, kapitalist rejim, adaletsizce dağıtılmış Servet, bu adaletsizce taksimi gitgide daha fazla zararlı hale getirerek, doğumu hem artıyor hem azaltılıyordu: bir yandan, tek erkek evlat sahibi zenginler, hiçbir şeyi vermemekte inat ederek servetlerini artırıyor, beri yandan fakirler, hesapsız döl bereketi ile ellerinde avuçlarında mevcut bir parçacık şeyi durmadan eritiyorlardı.
İnsanlığın ne kadar çılgın olduğunu gösteren sayısız delillerden biri olan Zola gibi bir zındığın son kitaplarına Dört İncil adını vermesidir. Hayatının son döneminde Dört İnci (Les Quatre Evangiles) başlığı altında 4 ayrı roman yazmayı düşünen Emile Zola bunlardan ilk üçünü kaleme almış, dördüncüsünü yazmadan ölmüştür. "Dört Sosyal İncil" olarak da nitelendirilen bu eserler sırasıyla Doğurganlık (Hamdi Varoğlu Döl Bereketi olarak çevirmiştir) (Fecondite (1899.2 cilt), Emek (Travail, 1900), Hakikat (Verite, 1902) ve kaleme alamadığı Adalet' tir (Justice). Zola romanlarının başkahramanlarına İncil yazarlarının adlarını vermiştir: Mathieu Doğurganlığın, Luc Emek'in, Marc Hakikat'in (tamamlasaydı Jean, Adalet'in) başkahramanlarıdır. Zola bu roman kahramanları aracılığıyla insanlığa "sosyalist bir cennet" ya da yeni bir İncil sunmak istemiştir: Doğurganlığın, emeğin, hakikatin ve doğrunun İncil' i
Sayfa 127 - 14
Sermaye sefalet çekecek insan yaratmak zorundaydı, kendi kârının devamını sağlamak için ne olursa olsun ücretli sınıfları döl bereketine yöneltmesi gerekiyordu. Kanun hep daha fazla çocuk yapılmasını istiyordu ki az ücretle çalışacak yeteri kadar işçi bulunsun. Ayrıca işçilerin sömürülmesi emeğin bütün asaletini ortadan kaldırıyor, emek gerçekte değerlerin en kıymetlisi olduğu halde dertlerin en beteri gibi görülüyordu.
Sayfa 37 - Yordam EdebiyatKitabı okudu
Y emeğin bereketi, hem yemekten önce, hem de yemekten sonra el ve ağzı yıkamaktadır.
Reklam
Akledebilmek
Ansızın kaçmak ister ya insan, ben de ansızın gönlümden dilime,dilimden emeğime nasip olanlara kaçmak doğrusu kavuşmak istiyorum. Bakalım fark etmeden neler dökülecek merakıyla kendime yetişmeye çalışırım.Ney-in içindeyim hangi tınılarda dinliyorum nasibime düşenleri,benimle birlikte pişenleri.. bazen bir ney eşliğinde bazen de gelişigüzel rastlantının gelişinin güzelliğine eşlik ediyorum. Bu yazıyı yazarken bana eşlik eden güzel tını da Ross Daly- Hatif adlı eseri ✨ Kendi içimi okumayı,fark etmeden benimsediklerimi akıl ve gönül süzgecinden geçirip sindirmeyi ne çok seviyorum🍃 bazen bir kelimeyi notlarıma yazıyorum ‘diyorum ki bakalım nasıl harmanlanacak bu kelime.. hangi cümlelerin tadı,tuzu olucak (: bugün notlarımın gözbebeği ‘akledebilmek. Bana bir emeğin istikrarını hissettiriyor. Derine inmeyi oralarda adabınca canlı kalıp,canlı tutabilmeyi anımsatıyor. Bu zamanda derin kavramımızın bile tabiatı yaralandı. Her sözün bir canı vardır, seni gönlünden vurur.. sözümün gereği nisyana uğramadan devam edeyim. Akledebilmek, ilahi ikrama şükürle sarılmaktır, kıymet bilmektir. Akledebildiğin an kurduğun bağların bereketi de artar. Nefes aldığımız süre boyunca hakkıyla, güzellikle Akledebilmeye yakınlaşanlardan, yaşayanlardan olmamız nasip olsun bizlere 🌸 zira bu hayatta hep ne oldum değil ne olacağım demenin sahiliğiyle nefes almalıyız ☘️
• Birçok eleştirmen, sanatın temel özelliklerine değil, eserdeki ahlâksızlık oranına dikkat eder. Bunlar genellikle, halkçı görünerek, sanatın temel özellikleri dışına çıkan eserlere, cinsellik içeren çalışmalara, yoksulluk edebiyatlarıyla süslenmiş hikâyelere önem verirler. Eleştirmenler sanata bir şey katamadıkları gibi, sağlıklı bir eleştiri
Helalinden (emeğin) bereketi ve haram ( hazırın) ziyanı..
_ Rahmetli babamın, “Allah helalinden versin," diye ısrarla üzerinde durduğu bir kavram vardı; yani fazla kazanç değil, helalinden kazanç meselesi. Bence bu sözün altında büyük bir hikmet var. Anladığım kadarıyla şöyle ifade edebilirim: Bir; emek ve zaman vereceksin, onu hak edeceksin. İki; elde ettiğinin, kazandığının kıymetini bileceksin. Üç; elde ettiğin kazancın sadece senin için değil, önem verdiğin ekibin için ne anlama geldiğini bileceksin. Dört; sadece şimdi ve burada değil, gelecek için ne anlam ifade ettiğini kavrayacaksın. Bazen haberlerde görüyoruz; Milli Piyango'dan büyük ikramiyeyi kazanan kimi kişiler günün sonunda aile yaşamı, insan ilişkileri ve eş-dost ilişkileri bakımından büyük bir kayıp yaşıyor. Maddi olarak piyangodan önceki hâllerine dönmeleri, hatta daha yoksul hâllere düşmeleri bir yana; çevrelerinde selam verecek insan bulamaz hâle geliyorlar. Para yönetimi bilinmediği için ne “hazıra dağ dayanıyor” ne de kazanılan para ömürlük hâle getirilebiliyor. Para yönetiminin yanı sıra; insanın emek vererek, hak ederek kazandığı paranın bereketi ile emek vermeden cebine girenin zehri piyango örneğinde ortaya çıkıyor.
Sayfa 212
"Aşkı toplarız tarlalardan yaz vakti." dedi dedem bize çalşan insanları göstererek. Harman yeri șenlik yeriydi sanki. Emeğin ve alın terinin rahmeti sinmişti Köyünaltı'na. Aşkınan çalışan insanların yorulmadığını onların aşkı hasat etmelerinden anlardık. Alınlarından damlayan terdeki helal kokusunu, karıştığı rüzgârdan
Reklam
Emeğin Bereketi...
Üretim tarzındaki değişikliklere hükmeden kanun emeğin üretkenliğinin gelişmesidir. Emeğin üretkenliğine, emeğin verimliliği ya da BEREKETİ de diyebiliriz. İnsanoğlunun gördüğü tüm üretim biçimlerine bakıldığında bir üretim tarzından diğerine geçişi belirleyen genel kanun anlaşılır: üretken güçlerin artışı. Her bir üretim tarzının temeli ve önkoşulu, üretken güçlerin ve teknolojinin belli bir seviyede olmasıdır. Bir üretim tarzından diğerine geçişe yol açan ve gelişmeyi ilerleten dinamik neden, belli bir üretim tarzı içinde karşıtlıktır, üretim tarzı ile üretken güçler arasındaki çelişkidir. Bu noktada üretken güçlerle neyi kast ettiğimizi şöyle ifade edebiliriz: Belli bir miktarda üretime katkıda bulunan güçler.
Sayfa 140 - Yordam YayınlarıKitabı okudu
Tembellikten üreyen medeniyetin sonu: "Tek Dişi Kalmış Canavar Olmak"
Çalışmanın kölelere ait olduğu bir toplum ne kadar gelişebilir? Elin, ayağın yapacağı işleri zulüm görmek; acı, ızdırap, yorgunluk görmek onları tamamen kölelerden beklemek hangi ahlâka sığar? Emeği, çalışmayı, alın terini hor gören medeniyetin tek dişi kalmış canavardan ne farkı var? Rahmeti, bereketi, emeği, alınterini kutsal kabul etmiş anlayışın, inanışın insanları çalışmayı, hürriyeti elinden alınmış insanlara terk edebilir mi? Bizim kültürümüz de çalışmak ibadet değil mi? İşleyen demirin pas tutmadığı, akan suyun yosun bağlamadığı, alın terinin kurumadan emeğin karşılığının verildiği medeniyette, coğrafyada kim tembelliği sevebilir ki? Durduğu yerde yüzyıllarca durmuş sahip olduğu iyilik,düşünce, inanç anlayışını yaymak adına kılını kıpırdatmamış toplumlardan ne beklenir? Teorileri, özdeşikleri, türlü matematikleri, mitleri, öğretileri, felsefeleri ne kadar besler ruhu, ne kadar doyurur? İlim duyurulmak ister, irfan ister, edep ister, ahlâk ister dolayısıyla cihad ister. Ne mutlu o dişi söküp cehalet,sapkınlık, gaflet canavarını zararsız hale getirecek, insanlığın ruhunu, onurunu yeniden dünyaya giydirecek ilim ve diriliş erlerine... 02.09.2023
Süha Murat Kahraman

Süha Murat Kahraman

@SuhaMurat
·
18 Kasım 2017 12:10
"...Batı dillerinde "çalışma" anlamına gelen travial, Latince'de bir tür işkence aleti olan tripalitum'dan türemiştir. Yine Romalılar'ın kullandığı labour sözcüğü de "zahmet,yorgunluk,acı,ızdırap" gibi çağrışımlara sahiptir. Bizde de "emek" sözcüğü - batı dillerine benzer biçimde- " sıkıntı, zahmet ve yorgunluk" anlamına gelmektedir. Yani, geçmişte çalışmak kölelere özgü, aşağılık bir iş ya da ceza olarak görülmüştür. Antik çağ filozofları, birçok konuda ihtilaf halinde olmalarına rağmen, çalışmanın kölelere özgü aşağılık bir iş olduğu konusunda hemfikir olmuşlardır..." Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar,Aöf Yayınları
17 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.