İslam'ın faize yaklaşımı konusundaki bazı genel yanılgıları gidermek adına vurgulamalıyız ki, İslamcı literatürde tartışılan faiz kavramı, modern ekonomi kuramında üretim faktörlerinden sermayenin getirisi olarak tanımlanan faiz değildir. Bu anlamda faize karşı geliştirilen İslami karşı duruşun, emek harcamadan gelir elde etmek gibi bir
Halkçılık Demokrasisi
Toplumun büyük kısmının neden eğitimsiz, mesleksiz ve fakir olması için özel bir çaba gösteriliyor?
Bu zulümden beslenenlerin düzenini kimse bozmasın diye.
Çünkü eğitimsiz, mesleksiz ve fakir kalanların yarısının diğer yarısına düşman edilmesi bu yöntemle mümkün. Onlar kendi aralarında birbirlerini yerken zalimler de
Hayri Kırbaşoğlu, Ahir Zaman İlmihali'nde ahlakı ibadetlerden daha önemli bir ölçü olarak koyar; Müslümanlığın icaplarını "sosyal adaletçi, eşitlikçi, özgürlükçü, antiemperyalist, sömürü ve kapitalizm karşıtı, emek sömürüsüne karşı, çevreci, savaş karşıtı" olmakla tanımlar. İlerleyen yıllarda AKP iktidarı çevresindeki, "mücahitleri müteahhitlere'', Ramazanları "tuzu kuruların" gösterişine dönüştüren, "kendi zengin ama kirli sınıflarını" yaratan, "masa-kasa-nisa [kadın]" peşinde koşan yozlaşmayı işleyecektir.
Ücretli işçı, kapitalistiyle bir alışveriş ilişkisinde bulunmaktadır: Ücrete karşı, emek gücü. Bu değiş tokuş ilişkisi, aynı zamanda bir sömürü ve egemenlik ilişkisi olmaktadır, çünkü kapitalist, artı değere el koymakta ve böylece kendi servetiyle kendi toplumsal iktidarını genişletmektedir. İşçi, emek gücünü pazarda satarak kapitalisti ya da daha genel olarak sermayeyi güçlendirmektedir. Onun kendi emek ürünleri, sermayeden yana geçmekte ve sermayeyi, gittikçe artan bir biçimde geliştirmekte ve güç sahibi kılmaktadır.
Ütopya bir anlamda, girilmiş olan Rönesans ve Aydınlanma istikametinin ilk manifestosuydu. More, Ütopya başlıklı eseriyle İngiliz toplumuyla hesaplaşır ve “mevcut olanın” çerçevesini parçalar ve bunu kuşkusuz emekçiler ve hayatı yaratanlar adına yapar.
More’un esas amacı toplumsal dengenin önemli bir unsuru olan köylülüğün karşı karşıya bulunduğu sömürü ve felaketi gözler önüne sermektir. Aslında köylülükle birlikte çöken mevcut toplumdur.
More, Ütopya’da emeği ve özellikle de el emeğini, insan yaşamının vazgeçilmez unsuru yapmaktadır. Ona göre emek sadece yaratmıyor, aynı zamanda insanı dönüştüren devrimci bir rol de oynuyor.
Köleci dönemin ve düşüncede soyutlamanın bir ifadesi olarak ortaya çıkan idealizm, emeği ve özellikle de el emeğini aşağılamıştı. Bunu Platon’un eserlerinde en bariz şekliyle görürüz. More’la birlikte insan emeği, üzerindeki 2 bin yıllık lanetten kurtulma ve gerçek değerine kavuşma umudu yakalamıştı. More’un diğer eşitlikçi filozoflardan en önemli farkı onun, insanı insan yapan emeğin tarihteki rolünü keşfetmesi ve onu toplumsal ve ekonomik düzen içindeki rolüyle birlikte ortaya koymasıdır.
More bunu, “Emekçiler çalışmasa devlet bir yıl bile ayakta kalamaz!” diye ifade ederek emeğin gücünü göstermektedir.
Eskiden, dünyanın en zenginleri, sanayi ve petrol şirketleri aracılığıyla "emek sömürüsü" yaparken şimdi teknoloji şirketleriyle “veri sömürüsü yapıyor. Ortaya yeni bir sömürü varyantı olan "gözetim kapitalizmi” çıkıyor.
80'lerin egemen söyleminde "emek" ve "sömürü" kavramları gözden düşmekle kalmadı, tümüyle bir yananlamdan, bir çağrışımdan, bir ideolojik yükten ibaret kaldı; yok edilmek ya da bir an önce unutulmak istenen bir solculuğu, onunla özdeşleştirilen bir bönlüğü ya da iktidarı simgeler oldu. Bu süreç o kadar büyük bir hızla yaşandı ki, kısa bir süre içinde yokluğu, yoksulluğu dile getiren kavramlar bir zamanlar hatırlattıkları durumlardan tümüyle farklı anlamlar kazanabildi; ilkelliğin, demodeliğin ya da çağdışı olduğu varsayılan bir iktidar talebinin, hemen unutulmak istenen bir deneyimin, bir olumsuzluk olarak 80 öncesinin kodlarından ibaret kaldı. Dahası, hakikat arayışının kendisi bönlükle özdeşleştirildi. O zaman da dilin keyfileşme, hayalileşme süreci tamamlanmış oldu: Emek, eşittir iktidar. Sömürü, eşittir ilkellik.
Kolektif bir sektörü, toplumsal emek sektörünü ilgilendirdiğinden yoksun bırakılma aracılığıyla (emek gücünün) sömürüsü (belli bir eşikten itibaren) dayanışmacı bir görünüme bürünür: Bir (görece) sınıf bilincine götürür.Tüketim nesneleri ve mallarına sahip olma ise bireyselleştirici, dayanışma kırıcı, tarihdışılaştırıcıdır. Üretici olarak ve işbölümü olgusu dolayısıyla işçi diğerlerini postule eder: Sömürü herkesin sömürüsüdür. Tüketici olarak insan yeniden yalnız hale gelir, kendi köşesine çekilir, olsa olsa sürü halinde yaşar (aile içinde televizyon, stadyum ya da sinema seyircisi vb).
“Türk edebiyatında, bir iki sayfayla da olsa, ekonomik adaletsizliğe, emek ve sermaye sorununa, sömürü düzenine değinen ilk roman da Şıpsevdi (1911) olur.”
“Sermaye ile emek arasındaki karşıtlığı belirleyici konumundan uzaklaştıran bir strateji, sınıfla ve sınıf mücadelesiyle uzlaştırılacaksa, sınıfın yeniden tanımlanması gerekecektir; bu yeni tanımda, sömürü ilişkileri, sınıfın belirlenmesi bakımından “egemen” unsur olmaktan çıkacaktır. Poulantzas, bu yeniden formülasyonu yapıyor; süreç içinde de yaptığı tanımla işçi sınıfını öyle küçük boyutlara indiriyor ki, “halk ittifakları”na dayanmayan herhangi bir strateji düpedüz mantıksız gibi görünüyor.
Modern düzen bizi kaostan korumak istiyordu. Biz de bu anlaşmayı kabul ederek, sömürü ve sefalete dayalı bir düzeni dolaylı olarak kabul etmiş olduk. Açlıktan veya barbarlar tarafından öldürülmekten kaçınmak için, maaşlı emeği ve günlük rekabet savaşını kabul ettik. Fakat şimdi, maaşlı emek düzenine dayalı düzen çökmekte olduğundan ve modern rasyonalitenin evrensel çerçevesi de dağılmakta olduğundan, koruyucular avcılara dönüşüyor. Dolayısıyla düzen kaosa dönüşür, fakat bu kaosta saklı yeni bir uyumun anahatlarını tespit etmemiz gerekiyor çünkü şimdi de karşılaştığımız zorluk şu: Sadece akıl ermez karanlığı gördüğümüz şu anda, bir düzeni görünür kılmalıyız. “Düzen” sözcüğü aslında yanıltıcı: Düzenden sözetmiyoruz, gerçekte ritmden sözediyoruz. İnsanlığın ihtiyacı olan şey, yeni bir ritmdir.
Kuşkusuz dilin her zaman hayali bir yönü vardır, her dönemde bazı kavramlar önem kazanırken diğerleri gözden düşer. Ama 80'lerin farkı, bunu yaparken dille olan ilişkimizi de kökünden değiştirmeyi başarması, tanıdıklığı ya da yaşanmışlığı arasındaki ilişkiyi koparırken hayali bir dili sahiciymiş gibi gösterebilmesiydi.
Dahası, hakikat arayışının kendisi bönlükle özdeşleştirildi. O zaman da dilin keyfileşme, hayalileşme süreci tamamlanmış oldu: Emek, eşittir iktidar. Sömürü, eşittir ilkellik.
_İnsanca yaşamanın tek yolu, insanlığa düşman olan şeylerle savaşmaktır.
_Kapitalist üretim biçiminin ekonomik yasalarının, sosyalist üretim biçiminin öncüsü olduğunu ve sınıf mücadelesinin kapitalist toplumsal üretimden köken aldığını ortaya koymak amacıyla siyasi ekonomi olarak kapitalizmin eleştirel bir analizidir.
_Ne kadar az yer, içer,