Nazilerin adeta dinsel birer ayine dönüştürdükleri kitap yakma eylemlerinin en büyüğü 10 Mayıs 1933’te, Berlin - Opernplatz’ta gerçekleşmişti. Silahlar eşliğinde toplanmış, rastgele üst üste yığılmış yirmi beş bin kitap içinde Heine’nin metinlerine de özel bir ilgi vardı. Bu ilgide Heine’e yönelik yazılarının katkısı büyüktü.
Heine’nin en ilgi
K.Marx'ın belki de en açık ve aynı zamanda en zorlama yapıtıdır. Hiçbir şekilde yayınlanma kaygısı olmadan kafasında ki teoriyi pratikte bulamamasının neredeyse gizli itirafıdır.. Ekonomi okuması normalin biraz üzerinde olan biri çok kişinin rahatça görebileceği bir uçurum var. Toplumun değerlerini bireyden soyutlayan bakış açısını "emek" olgusuyla açıklarken bireyin emeğinin hiç bir anlam ifade etmediğini görmek mümkün. İngiltere kapitalizminin açıklarını keşfettiğini düşünerek yazdığı bu eserinde yanlışlarını sanki itiraf edemediği için bir teori sarmalının arkasına sığınmış gibi duruyor.
Artı değer teorisini bir sömürü olarak sunması, değerin tek kaynağının "emek" olmasını sanmasından öteye geçmiyor.
Ayrıca sorulması gereken birkaç soru da var: Sermaye Marx'ın dediği gibi birikmiş emek ise emeğin sahibi sadece verilenle mi yetinmelidir? Yani diğer emekçiler gibi üründen neden pay alamıyor? Bu teori doğru olsa bile ilerde daha büyük bir uçurum bırakır. Sermaye yani birikmiş emek komple işçiler arasında bölünürse üretim için geriye hiç birşey kalmaz.
Diğer meselede şu; sol ekol'ün değerleri kalabalıkların yada farklı ekollerin (sağ, milliyetçiler, dindarlar) söylemlerinden farklı olduğu için sanki birey, sol ekolde nefes alıcakmış gibi duruyor. Oysa Toplumun menfaatlerini ön planda tutan bir zihniyette aklın sesini duymak mümkün değildir. Yenilik, fikir özgürlüğü, vicdan özgürlüğünün sesini tıkar. Oysa birey olmadan, ben-sen ilişkisi olmadan bir toplumun oluşmayacağı çok açıktır.
Bunca sömürü, bunca emek, bunca telaş hep boşuna. Ne aşklar aşk artık, ne yaşamak yaşamak.. El birliğiyle çürüttük bu dünyayı. Sanırım tek çare yıkıp yeniden başlamak.
Lenin'in ardından Marks'ı da öldürüyor Coşkun Kırca Milliyet'te. Kırca bir anti-komünist olarak, elbetteki, nalıncı keseri gibi hep kendinden yana yontuyor. Umudu da beklentisi de Sovyetler'in tümüyle kapitalizme geçmesi.
Ama, aynı beklenti içindeki öteki yazarlar gibi o da, bütün bilgisine, okumuşluğuna rağmen komünizmin kapitalizmden doğduğunu, bunun zorunlu olduğunu anlayamıyor. Biliniyor, kapitalizm, Keynes'ten bu yana bir yığın savunma mekanizması geliştirdi, kendini yeniledi. Üstelik teknoloji toplumsal yapıları etkiliyor, yeni oluşumlara yol açıyor. Ama değişmeden kalan iki temel öğe, olduğu gibi duruyor: Emek ve sermaye. Dolayısıyla sömürü.
Komünizmin hayaletini kovmak, sanıldığı kadar kolay olmayacak.