«Bu süreçte başka bir şey daha olur. Rasyonel düşünme sü­recimiz büyük ölçüde duygusal yaşantımızla bölündüğü için, bir çocuk anne-babasından bilinçle kopabilir ve onlar tarafından tanınma ve onaylanmaya olan bağımlılığı bu kopuştan hiç etkilenmeden kalabilir. Bir çocuk, bir genç veya bir yetişkin bilinç düzeyinde anne-babasına karşı is­yan edebilir, bilinçdışında ise bu isyanın arkasında inkâr edilen bağımlılıktan duyulan korku vardır. Bu korkunun arkasında ise, çocuğun doyurulmadan kalmış olan kendi ilgi ihtiyacının yarattığı ve onu anne-babasına öylesine ba­ğımlı kılan, daha da derin bir korku vardır. Yani anne-babayla olan "ilişki", altındaki korku bağına hiç dokunulmadan yüzeysel düzeyde kırılabilir. Korku ba­ğı, asla gerçek bir ilişki oluşmasına izin vermeyeceği için, anne-baba kaybı da yaşanamaz. Bir kayıp, ancak bir ayrı­lık mümkünse yaşanabilir. Ancak bir ayrılığın mümkün olabilmesi de yine bir ilişkiyi gerektirir, yani öteki insanın, bütün güçlü ve zayıf yanlarıyla gerçek anlamda kabul edilmesini gerektirir. Ama bu, anne-babanın tehdit edici bir güç olarak görüldüğü korku bağlılığında mümkün de­ğildir.»
Sayfa 197
Ama ödüllendirme de şiddetin iyilik ve fedakârlık maskesi arkasına gizlenmiş bir biçiminden başka bir şey değil. Bunu görebilmek anne-babalar için de, çocuklar için de giderek zorlaşıyor.
Reklam
Ahlaki poz takınma sonradan insani tavrın ölçütü haline gelmiştir. Bu nedenle en korkunç suçlar ahlak paravanası arkasında gerçekleştirilmiştir. "Yüksek" idealler yüzünden insanlar katledilmiştir; insanlara işkence edilmiştir, hâlâ da edilmektedir.
İsa, yüreğin ve empatinin başkaldırısını yönlendirmiş­ti. Başkasının acısını ve endişesini hissedebilmek kötülüğü olanaksız kılar.
İlerleme inancının kendisi, kötülükle ilişkisini gizleyen bir idealdir. Bu "ideal", ilerleme şiddet ve yıkımı olgunlaş­tırdığında bunun görülmesini neredeyse imkânsızlaştırır. İlerlemeyi "ideal" olarak göstermek, bunun ardındaki yı­kıcı niyetleri gizlemenin yollarından biridir. İlerleme, insa­niyet pozunu o kadar iyi maskeler ki, savaşların acımasız­lığını ve dehşetini görmemizi bile engeller. Komünizmle somutlanan "kötülüğün güçleri"nin, kapitalizmle somut­lanan "iyiliğin güçleri" tarafından yenilgiye uğratıldığı bir çağda yaşadığımıza inanıyoruz. Her ikisinin de aynı ölçü­de yıkıcı olduğu bu arada gözden uzak tutuluyor.
Eğer bir çocuk içindeki acıya ulaşmanın yolunu bulamıyorsa ve bunun için ona yardım edilemiyorsa canlılığı dumura uğrar, o zaman iç yaşamını dışa, maddesel olana kaydırır.
Reklam
Acı ve empati birbirleriyle sıkı bir bağ içindedirler; aynı şekilde, acıyı yaşayabilme yetimiz empati yetimiz için belirleyicidir. Aynı zamanda, acının inkârı da, sevgisizliği sevgi olarak gösteren bir dünyanın terörü altında her birimizin yaşam öyküsünde kendiliğin tam olarak gelişimini engeller. Böylesi koşullar altında oluşan bir kimlik, sadece kendisini şekillendirmiş olan korkuyu yansıtabilir ve bu durumda hayat dolu ve özgün olması mümkün değildir. Böylesine kısıtlanmış koşullar altında insan oluşun pek çok olası tezahürü körelir.
Şiddeti görmezden gelmekle onu destekliyoruz. Gerçek acı karşısında kayıtsızlık ve korku, acıyı giderek daha az algılamamıza yol açıyor. Algılayacak olsak bir şey yapmamız gerekir. Ama sorumluluk üstlenmek korku vericidir, biz de kayıtsız kalmayı tercih ederiz.
Gerçek empati suçlunun kendini haklı çıkarmasını desteklemek değildir; gerçek empati daha çok, gerçek anlamda insan oluşun yolunun insanın kendi geçmiş acısıyla yüzleşmesinden geçtiğini kavramasıdır.
Kendi yaşamına ait acıyı algılamasına izin verilmemesi, başkalarının acısının inkârına yol açmaktadır.
Reklam
Bizim kültürümüzde çocuklar -özellikle de erkek çocuklar- gözyaşlarından, çaresizliklerinden, ruhsal incinmelerinden utandırılarak büyütülür. Oysa, hangi ölçüde olursa olsun acıyı inkâr etme baskısı altında kaldığımızda kendi acımızı algılayamayacak duruma geliriz. Ve aynı nedenle bir başkasına verilen acıyı da algılamak istemeyiz.
Eğer insan, zayıflık olarak algılamaya yöneltildiği için kendi acısını yaşayamazsa, bu acıyı başka canlılarda arama ihtiyacı duyacaktır. Bu durumdaki insan kendi yadsınmış ve bastırılmış acısını yakalamak için başkalarını aşağılayacak, başkalarına işkence edecek ve hasar verecektir. Aynı zamanda kendi ruhsal hasarını gizlemek için de bu edimini inkâr edecektir. İnkâr, kurban durumunda olanı suçlu haline getirir ve kurbanlarla suçluları ayırt etmeyi hepimiz için belli ölçüde güçleştirir: Kurbanlar suçlu, suçlular da kurban durumunda görülür. Bunları birbirine karıştırmak bizim kültürümüz için tipik bir özelliktir.
«İnsan hiçbir şeyi değiştiremeyince de mutlak bir güçsüzlük duygusu olu­şur. Böylesi "saldırganca" duyguları ifade etmek bu du­rumda özgürleştirmez, çünkü kişi diğerini değiştirebilmek zorunda olduğuna inanır. Yarılma ve bağlılık, insanın aile örneğinden vazgeçmeden kendi konumunu değiştirebile­ceği yanılsamasının sürmesini sağlar.»
Sayfa 197
«Bu umut kendine özgü bir yarılma yaratır: Korku veri­ci gerçek annenin ve korku verici gerçek babanın yanısıra, çocuğun fantezisinde gerçek ihtiyaçlarını onaylayan ve gi­deren bir anne ve baba oluşur. Çocuk aradaki çelişkinin bi­lincine varmadan bu ikili yapı birlikte varlıklarını sürdü­rür. Yarılmaya yol açan bu fantezi yüzünden çocuklar -ileride yetişkinler- annelerinin ve babalarımn ezici ve redde­dici yanlarına her zaman bağımlı kalırlar. Ama bu fantezi çocuğu aynı zamanda çöküntüden ve gerçeği görmenin yaratabileceği dehşetten korur.»
Sayfa 196
1.500 öğeden 3.391 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.
Resim