Mutluluk; define gibi bir tesadüf kazması darbesiyle bulunuveren bir nimet değildir. O ne şanstır, ne mirastır, ne piyangodur, ne mevkidir ne de servettir.
Mutluluk, gayretle ve irademizin kuvvetiyle ele geçirebileceğimiz bir kaledir.
Şimdi bu fâni dünyanın hali kederli, yorucu, sıkıntılı, bir günü diğerine uymaz.
Her gün bir felaket, bir hastalık, nihayet ihtiyarlık ve arkasından ölüm…
Herkes ağlar, mâtem evinde yüzler gülmez, gönüller perişan…
Hani o senin köşklerin, sarayların?
Hani o senin cânım hanımların, kızların, gelinlerin, oğulların?
Hani saya saya bitiremediğin
İnsan sefil bir varlıktır. İlk hareketleri, nefsinin kımıldanışlarıdır. Ömrü boyunca nefsine söz vererek onun kumandasında yaşamak isterse hayvanî bir hayatın mahkûmu olur.
Küçük ve sefil dünyası olan nefsinden onu Allah'a yaklaştıran düşünen varlığa yükseltmek hayatın manasıdır.
İlahi yolculukta önce insan kendi sefaletlerini anlıyor ve kendisine çevriliyor. Ilk düşüncemiz sefaletimizin düşünülmesidir.
İştihalariyle yaşamaya başlayan insan sonra ızdırabını idrak ediyor.
Bununla gerçek ruh hayatı onda başlamış oluyor.
Gerçeğe yönelen insanda ilk ilâhi tecelli, etrafına saldıran iştihalarını reddedip bütün başkalarının, başka insanların sefaletlerine uzanan ızdırabı benimsemesidir.
Bu, bizde merhametin hareketidir.
Merhametle kurtuluşa eren ruh etrafında kurtaracak başka varlıklar arar; başkalarına ait mesuliyetler yüklenir. Başka sefaletlerin azabını çeker.
Haykırıcı, saldırıcı olmaktan çıkar; ızdırap çeken, kurtarmak isteyen, insanları Allah'dan emanet telâkki eden, başkalarına aşk ile yaklaşan bir ruh kazanır. Onun heryerde yaklaşması aşkın yaklaşması olur.
Merhamet çekirdeğinden fışkıran mesuliyet ağacı, insanı mahdut ve mütenahi bir varlık olmaktan çıkarır, sonsuz ve ebedi bir hayatın sahibi yapar. Hülâgû olmaktan çıkarır, Yûnus yapar.
Önce kinimiz, hased ve fitnelerimiz bizi boğarken, merhametin kurtardığı ruhumuzda aşkın sonsuz semasında uçuşlar başlar. İlmin, sanatın, ahlâkın göklerinde mest edici ebediliğe kavuşuruz...