Kâğıtları bir kenara koyup viskimi açtım. Dışarısı karanlıktı. Radyoda en çok Mozart, Brahms ve Bee çalıyordu.
CEHENNEM ÇİÇEĞİ - Alper CANIGÜZ
“Devinimin olduğu yerde ışık, ışığın olduğu yerde kaçınılmaz bir şekilde gölge vardır. Hayat ışıkla mümkünse de I, hayatın anlamı gölgelerde saklı durur. Zamanın ölü doğan çocuklarını görürsünüz karaltıların içinde. Sözcükler, suskunluklar, şarkılar, ağıtlar, yeminler, ihanetler, kahkahalar, göz yaşları, sevinçler, hayal kırıklıkları ve yüzler. En çokta yüzler. Neden söz ettiğimi biliyorsunuz. Bütün aşklar küllenir. Bütün babalar ölür. Bütün hikayeler biter. Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir. İşte o yüzden biri hariç bütün çocuklar büyür. Gölgesini kaybeden insan, gölgenin kendisine dönüşür.”
Reklam
CEHENNEM ÇİÇEĞİ - Alper CANIGÜZ
“Geçmez mi? Aşk hiç bitmez mi? Dahası aşk diye bir şey var mı? Ben konuştukça kahkaha üstüne kahkaha atıyordu babam. Baktım hoşuna gidiyor devam ettim. Bir baba olarak söyle evladına aşk var mıdır yok mudur? Boş mudur dolu mudur? Ne kokar ne boktur? Gülmesi biraz dinince Tanrı gibi düşün dedi babam. Ki böyle bir yanıtı hiç beklemiyordum. İnanıyorsan var olup olmaması pek önemli değildir. Ayrıca en büyük inkarcının da en büyük inançlının da içinde bir nebze kuşku vardır ve elbetteki aşk da Tanrı da ölümsüzdür.”
Araştırmamda ortaya çıkan en ilginç bulgulardan birine göre, eşini kaybedenlerin azımsanmayacak bir bölümü -belki bir yüzde yirmi beş kadarı- yas tutma sona erdiğinde hayata kaldıkları yerden devam etmiyor ya da önceki işlevsellik düzeylerine geri dönmüyorlar. Yas sona erdiğinde, kişisel olarak çok daha olgunlaşmış oldukları bir noktada bulunuyorlar. Kişisel olgunlaşma kusursuz bir terim olmadı aslında. Buna tam olarak ne demek lazım bilemiyorum - belki varoluş bilincinin yükselmesi daha iyi olur. Bildiğim kadarıyla dul kalan kadınların ve daha seyrek olmakla birlikte erkeklerin belli bir kısmı, hayata daha farklı bir tarzda yaklaşmayı öğreniyor. Hayatın ne kadar değerli bir şey olduğunu daha iyi kavrıyorlar. Ve yeni öncelikler belirliyorlar. Bunu en iyi nasıl açıklayabiliriz? Denebilir ki, fuzuli şeyleri fuzuli olarak görmeyi öğreniyorlar. Yapmak istemedikleri şeylere hayır demeyi, hayatlarını anlamlı şeylere adamayı öğreniyorlar: Yakın arkadaşların ve ailenin sevgisine mesela. Öğrendikleri bir başka şey de, kendi yaratıcı kaynaklarını kullanmak, mevsim değişiminin, çevrelerini saran doğal güzelliklerin farkına ve tadına varınak. Belki de en önemlisi, kendilerinin de ölümlü olduğunu çok kesin bir şekilde kavrıyor ve sonuç olarak da hayatı gelecekteki bir ana ertelemek yerine şimdiki zamanı yaşamayı öğreniyorlar: Hafta sonunu, yaz tatilini, emekliliği.
Ziraatçıların en güzel fidanların, iyi ekin ve sebzelerin nasıl yetiştirileceğimi öğretmesi gibi, tanınmış pedagoglar da erkekveya kadın, köylü veya şehirli, memur veya esnaf, hangi kesim­den olursa olsun, bütün anne babalara, çocukların daha iyi nasılterbiye edileceğini, vatana ve millete daha yararlı olabilecek va­tandaşların nasıl yetiştirileceğini anlattılar. Bu çalışmalar sayesinde Fin ailesi, daldığı o derin gaflet uy­kusundan uyandı, büyük bir hızla ilerlemeye ve gelişmeye başla­dı.
Öte yandan, geçtiğimiz beş yüz yılın en önemli olayı 16 Temmuz 1945 sabahı saat 5:29:45'te gerçekleşti. Tam olarak bu saniyede Amerikan bilimcileri ilk atom bombasını New Mexico eyaletinin Alamogordo şehrinde patlattılar. Bu andan itibaren insanlık, sadece tarihin akışını değiştirebilme değil, tarihi sona erdirebilme kapasitesine de sahip oldu.
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.