İlk bakışta güzel bir görüntüydü; (kölelerin) aralarında bembeyaz olanlar vardı, muntazam yapılıydılar. Diğerleri biraz daha esmerdi, melez gibi. Bazıları da Etiyopyalılar gibi simsiyah ve çok çirkindi, öyle ki, aşağı dünyadan geldiklerine hükmedebilirdiniz. Ne ki, bazıları başlarını öne eğmiş, yaşlı gözlerle birbirine bakıyor, bazıları yardım dilenircesine yüzünü gökyüzüne çevirmiş, acıklı bir biçimde inliyor, bazıları elleriyle yüzünü kapatmış, kendini yerden yere atıyor, bazıları ağıt yakıyordu. Bu manzaraya hiçbir kalp dayanamazdı. Dillerini bilmediğimiz halde, çıkardıkları sesler çektikleri acının ne denli büyük olduğunun göstergesiydi. Derken, bu yetmiyormuş gibi, ekip başları geldi ve onları beşte-birlik (ganimet) gruplara ayırmaya başladı; babalar oğullarından, kocalar karılarından, kardeşler kardeşlerinden ayrılıyor, yakınları bir arada tutmaya hiç saygı gösterilmiyor, her biri kısmetine düşen grup hangisiyse oraya itiliyordu. Ah o en büyük talih, bu dünyaya istediğin gibi yön veren çarkın bu zavallı ırkı görüp hiç olmazsa biraz anlayış gösteremez mi ki, bunca acı çekerken teselli bulsunlar? Ve sen, herkesi birbirinden ayıran sen, biraz daha merhametli olamaz mısın? Baksana nasıl da birbirlerine sarılıyorlar!