Çok öskedim seni. Öskedim, bizim doğu dialektinde özledim
demektir. Neyini, nereni, hangi halini desem ki?
Sesini öskedim örneğin. Yüzünü, şeytan çocuk gülüşünü,
öfkeni, yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını.
Şükür varsın. Oturup “nasılsın” diye açabilir insan.
Sevinebilir, övünebilir, ağlayabilir insan. Ne tuzsuz
şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan
ettin beni. Yemeyip-içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni
anlatmalı bu yürek. Senden bir ricada bulunucam ama
en iyisi şimdilik susmak. Mâdem sen sözünde durmadın
ben de sürpriz yapıcam! Şaşırtıcam seni! Hem
böylesi şeyler gevezeliğe gelmez, tadı kaçar sonra...
Gene de ödeyemem. Böylesi daha güzel. Sana mahkûm
kalmak güzel. Gözlerinden öperim. N’olur yaz.
Bradbury’in 50’lerde yazdığı bu distopya, hem 2.Dünya Savaşı’nda gördüğü geçirdiği zamanların bir karabasan gibi satırlara işlendiğini hem de dünya var oldukça böyle bir gelecek ihtimalinin olabileceğini hissettiriyor insana. Kurgulanmış olan böyle bir gelecek senaryosu ile içinde bulunduğumuz dönemin koşulları düşünüldüğünde ise bağlantı
Böyle bir günün sonunda da konuşacak ne varki. Ölen öldü acısını çeken çekiyor. İşte yirmi dört saat geçti herkes aynı yere döndü. Bir takım sivri akıllı var. Onlarda acıyı kendi çıkarına materyal yapıyor. Susmak en iyisi sanırım.
Unutmak çok kötü de alışıyorsun işte. Haklısın, sende bu yürek varken daha çok yanarsın. Sevmek güzel de.. sonrası ziyan..
Neyse ne! 'susmak' en güzeli.
En iyisi mi? Gökyüzünü sevelim..
Ya da sevmeyi unutan beynimize ve unutturan kalplere sövelim.