Yazarın daha önce Uçurtma Avcısı kitabını okuyup beğenmiştim. İnanılmaz bir anlatım dili var.
Bin Muhteşem Güneş Afganistan'da kadın olmayı anlatan bir kitap. Evlilik dışı bir birliktelikten dünyaya gelmiş Meryem, annesi Nana'nın yanında bir kulübede yaşamaktadır. Ara sıra yanına gelen babasını, annesinin kötülemelerine rağmen çok sevmektedir. Gün gelir neler olur neler...
Bir de Leyla var. Kitabın yarısına yakın geliyor ve kitabı bir anda Leyla'nın gözünden okumaya başlıyoruz. Ah Leyla. Döneme kurban gitmiş bir kız...
İstenmeyen çocuklar, yasa dışı ilişkiler, zorla evlendirilen genç kızlar, okuldan alınanlar ve işinden olanlar... Sovyetlerin istilası, Taliban, savaş, yıkım, paramparça olmuş aileler, unzuvları çatılardan toplanan cesetler, bombalanan evler, yakılan iş yerleri, taşlanan insanlar, eli kesilenler, ipe asılanlar, tecavüz edilip denize atılanlar ve kadınlar. Kadın. Yeryüzünün tüm kötüleri üstüne yüklenmiş, kendisinden sabır beklenen kadın. Önce örtüsünü çekenler sonra zorla örtüye sokanlar, okuyacaksın deyip okuldan alanlar, işlerden çıkarılanlar, kadın hastaya erkek bakamaz deyip doktorsuz hastane kuranlar. Şeriatlar. Mahremsiz gezemeyen kadınlar. Kocasına cevap veremeyen kadınlar. Dik yürümesi yasak olan kadınlar. Konuşması, gülmesi, dışarı çıkması yasak olan kadınlar ve her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışan kadınlar.
Çok güzel bir kitaptı. Çok çok güzeldi. Üç günde akıp bitti. Hiç güldürmedi ama çok gerçekti. Zaten gerçekler güldürmezdi. Gerçekler acıydı. Bin Muhteşem Güneş de acının kitabıydı...