Sözcüklerin 'gerçek anlamlandırması' ile uyandırdıkları imgeler arasındaki ayrışmanın mümkün olabilmesi, bazı retorik araçları gerektirir. Le Bon 'a göre, bu araçlardan üç tane vardır: Onaylama, yineleme ve bulaşma. ''Saf ve basit olan onaylama, her tür muhakeme ve kanıttan arındırılmış olarak bir fikrin kalabalıkların zihnine sokulması en emin araçlarından biridir.
Ernesto Laclau "toplum yoktur"
demiştir. Bu elbette Thatcher'ın "toplum
diye bir şey yoktur" derken haklı olduğu anlamına gelmez. Ancak karşıtlığı olmayan bir kendilik, yani daha
önce gördüğü bir açmazı sürekli tekrarlayan büyük bir
birey olarak "toplum" fikri aldatıcı bir düşüncedir; çünkü
"toplumsal" zaten her zaman antagonistiktir.
"Özgürlüğü kısıtlayan şey, yani iktidar, aynı zamanda özgürlüğü anlamlı ve olanaklı kılan şeydir de. Öyleyse tam anlamıyla özgür bir birey ile özgürlükten tamamıyla yoksun bir birey eşdeğer kavramlar olacaktır. Dolayısıyla bir şeylerin özgürleştirilmesi her zaman başka bir şeylerin bastırılması pahasına olacaktır. Özgürlük eğer kendi kendini belirleme demekse ve kendi kendini belirlemek de kendilik irademizin/salt ussallığımızın dışında hiçbir şey tarafından sınırlanmamak anlamına geliyorsa, böyle bir 'kendi kendini belirleme olarak özgürlük' yalnızca Tanrıya aittir." [Ernesto Laclau / Yapıbozum, Pragmatizm, Hegemonya]
.
İdeal olarak, okuduklarımızda kendimizi kaybederiz, sadece kendimize dönmek için, dönüşüme uğrar ve daha geniş bir dünyanın parçası oluruz, kısacası, düşüncemizde ve eylemimizde daha eleştirel ve daha yetenekli oluruz.
.
Söylem, bizatihi nesnelliğin inşasının birincil alanıdır. Pek çok kez açık hale getirmeye çalıştığım gibi söylemle, özünde konuşma ve yazma alanlarıyla sınırlı bir şeyi değil, içerisinde ilişkilerin kurucu bir rol oynadıkları karmaşık öğeleri kastediyorum. Bunun anlamı şudur: Öğeler, ilişkisel karmaşayı öncelemezler fakat onun içinden inşa edilirler. O halde 'ilişki' ve 'nesnellik' eşanlamlıdır.
Wittgenstein'dan beri dil oyunlarının hem dilsel alışverişleri hem de bunların ilişik olduğu eylemleri kapsadığını biliyoruz. Sözedimi kuramı da, toplumsal kurum sallaşmış yaşamı kuran söylemsel diziler araştırmasını yeni bir taba na oturtmuştur. Chantal Mouffe ve ben, söylemleri bu anlamda, hem dilsel hem de dilsel olmayan öğeleri eklemleyen yapılanmış bütün lükler olarak tanımladık. Bu bakış açısından hareket ve ideoloji arasındaki ayrım, yalnızca umutsuz olmakla kalmaz, aynı zamanda ilgisizdir - önemli olan, toplumsal bir gücün veya hareketin genelde politik performansını ortaya koymasına aracılık eden söylemsel dizilerin belirlenmesidir.
Postmodernizm. Kökeni estetik içindeki bir temaya da yanan postmodernizm, Ernesto Laclau'ya göre "mümkün ola bilen en geniş alanları" zapt ederek "kültürel, felsefi ve siyasal deneyimlerimizin yeni ufku haline gelmiştir."
Boş gösteren hem zorunlu hem de olanaksız bir nesneyi adlandırma ihtiyacından, anlamlandırmanın, her halükarda her
hangi bir anlamlandırma sürecinin önkoşulu olan o sıfır noktasından ileri geliyorsa, hegemonik operasyon, köküne kadar kullanım hatasına bağlı olacaktır. Göreceğimiz gibi 'halk'ın politik inşası, bu nedenle, özünde kullanım hatasına bağlıdır.