19. Yüzyıl sonu Osmanlı'sında hala sürmekte olan esir ticaretinin birey ve toplum hayatında yol açtığı yıkımı ustaca anlatan yazar, devrinin sosyo-kültürel yapısına da ışık tutar.
kafkasya' dan getirilip İstanbul' da satılan bir halayıkın hikayesiyle başlar satıldığı evde aşağılanan küçük yaş da büyük sorumluluklar tutan dilber, hanımı tarafından beğenilmeyip satılır. Gittiği yeni evde celal bey dilbere aşık olur, celal beyin aşkı karşılıksız kalmıyarak dilber de celal bey' e aşık olur, bunu öğrenen celal beyin ailesi dilberi satmaya karar verir celal beyin annesi benim oğlum bir halayık parçasına mı kaldı der ve dilberi satar bunu duyan celal bey dilberin hasretinden yataklara düşer. Dilber ise mısır da halayıklık yapar, dilber celal beyin hasretine dayanamayıp cevher den yardım alarak kaçar, dilber kaçmaktan yorgun düşer ve Nil nehrinin oraya gelir bir köşeye oturur ve derin düşüncelere dalar, ilk defa başını kaldırıp kendisini kurtaracak bir ses, bir seda işitmek istiyordu. O ses ki bundan bir sene evvel kendisine, "seni seviyorum" demişti. Nehrin suları yükselmeye başlamıştı ama dilber bunun farkın da değildi su dilberi içine çekiyordu ve aradan zaman geçerek dilber derinlere doğru suya gömüldü, su dilberin cansız bedenini kıyıya vurdu. Yine iki aşıklar kavuşmadan mahşere kaldı.