Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Dinsel tapınının kökeni
İnsan kültürün çok geri aşamalarında bile doğanın karşısında güçsüz bir köle gibi durmamaktadır, doğanın zorunlu olarak iradesiz bir hizmetçisi değildir: dinin eski Yunan aşamasında, özellikle Olympos tanrılarıyla ilişkide biri daha seçkin, daha güçlü ve biri daha az seçkin olmak üzere iki kastın birlikte yaşaması düşünülebilir; ama her iki kast da kökenleri gereği bir biçimde birliktedirler ve aynı türdendirler, birbirlerinden utanmaları gerekmez. Eski Yunan dinselliğindeki seçkin yön budur.
Sayfa 90 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Atina’da bütün beden eğitimi çalışmaları çıplak yapılırdı.Öğrenciler banyo yapar,yağlanır ve pudralanırdı.Beden çalışmalarının çoğu müzik eşliğinde yapılmaktaydı;çünkü Yunanlar fiziksel uyum kadar zarâfet ve ritme de önem veriyorlardı
Reklam
Roma Cumhuriyeti'nin Kuruluşu:
Roma kralı Tarquinius Superbus'un oğlu Sextus, soylu bir Romalı kadın olan Lucretia'yı kaçırmış ve Lucretia da kaçırıldığı haberini kocasına ve yakınlarına ulaştırdıktan sonra intihar etmişti. Lucretia'nın erkek kardeşi Brutus, Roma halkını kral Tarquinius Superbus'a karşı ayaklandırmış ve kızkardeşinin intikamını almaya yemin etmişti. Bunun üzerine kral Roma'dan kaçarak Etruria'ya sığınmıştı. Böylece Roma'da Krallık rejimi son bulmuş, yönetimin senato'nun (senatus) iradesine bırakıldığı Cumhuriyet rejimi kurulmuştu (MÖ 509/08).
Sardanapalos’un tasviri ile
Mezarın üstünde Assurca bir mezar kitabesi yer alıyordu. Kitabede şu yazıyordu: “Anakyndarakses’in oğlu Sardanapalos, Ankhiale ve Tarsos’u bir günde inşa etti; sen yabancı, ye, iç ve neşeli ol; çünkü insana özgü diğer şeyler hiç de bundan daha değerli değildir.”
Yunanistan Doğu'yu Batı'dan ayıran hem coğrafi, hem kültürel bir fay çizgisi üstünde bulunur. Böylece bir büyük deprem kuşağı ve savaş alanındayız. On İki Ada Doğuluysa, Kefalonya (Yunan adası) hiç kuşkusuz Batılıdır. Anavatan ise aynı zamanda hem Doğulu, hem Batılı, ama bütün bütün ne biri, ne öbürüdür. Balkanlar, her zaman Büyük Güçlerin dış politikalarına alet olmuş, halklarının doğal tembelliği, geçimsizliği ve zalimliği yüzünden çok eski zamanlardan beri ileri bir uygarlığa öykünmeyi bile başaramamışlardır.
Reklam
Dünden bugüne Bereketli Hilal
Bereketli Hilal binlerce yıllık önderliği niçin yarışa daha geç başlamış olan Avrupa'ya kaptırdılar? Evcilleştirilebilir hayvan ve bitki türlerinin toplanmış olduğu bir bölge olduğu için bir zamanlar en öne geçen Bereketli Hilal'in daha başka zorlayıcı coğrafi üstünlükleri yoktu. MÖ dördüncü binyılda Bereketli Hilal devletlerinin
Peri masalları ayrıca geçirdiğimiz kültü­rel evrimin izini sürmemizi sağlar. Hiçbir hikayenin olmadığı kadar canlıdırlar; nefes alır, değişirler. Külkedisi (Cinderella) iyi bir örnek. Okumayı öğrenmeden çok uzun za­man önce severek dinlediğimi hatırladığım ilk peri masalıydı çünkü içlerinde en dinamik olanıydı. Uykucular (Pamuk Prenses, Uyu­yan Güzel) ve tutsaklar (Rapunzel, Rumpels­tiltskin'deki saman eğiren isimsiz kız) sürüsü içinde Külkedisi, çoğu zaman gerçeklerden kaçsa da yüksek ökçeli cam pabuçlarla bile en iş bitirici karakterdi. Külkedisi hikayesinin bilinen en eski bi­çimi MÖ 7'ye uzanır; Yunan coğrafyacı Strabon'un Geographika adlı eserinde sözlü bir anlatı olarak geçer. Çağdaş Külkedisi ma­salında pabuçların kişiliğin önüne geçmesine şaşanlar, masalın Strabon tarafından anla­tılan biçiminde daha da fazla afallar çünkü bu kez pabuç, kadının da önüne geçer: Gü­zel bir kadının sandaletini kapıp kaçan bir kartal, onu Memfıs kralının kucağına bıra­kır (Memphis'li Elvis'i değil, Aneb-Hetch'in başkenti Memfıs'in yöneticisini kast ettiğimi açıkça belirtmem gerektiği konusunda uya­rıldım). Kral sandaletin muhteşem zarafetin­ den öyle etkilenir ki adamlarına, bütün ülkeyi arayıp tarayıp sandaletin sahibini bulmalarını emreder ve kadını bulunca onunla evlenir. Charles Perrault 1967'de Histoires ou Con­ tes du Temps Passe [Geçmiş Zaman Hikayeleri ya da Masalları] adlı eserinde, bu masala iyi­lik perisini ve lokomotif balkabağını ekledi. … Marian Roalfe arketipsel diyebileceğimiz bu hikayenin 345 farklı biçimini derleyip 1893'te yayımlamıştı
Sayfa 25 - Domingo
SAYILAR VE CİNSİYETLER
●Eski Yunan ve Roma çağında tek sayılar "eril", çift sayılar ise "dişil" olarak nitelenmekteydi. Buna göre çift (dişil) sayılar,tek(eril) sayılardan daha zayıftı, çünkü çift sayılar iki parçaya ayrıldığında, merkezde bir sayı yer almıyordu; tek sayılar temel sayıları, bir tek bir de çift sayının toplamı tek sayıyı, iki tek sayının toplamı ise çift sayıyı veriyordu. O dönemlerde erkek çocuğun doğumu kız çocuğun doğumuna göre daha şanslı bir olay olduğundan, tek sayılar iyi bahtla bütünleştirilmekteydi. Romalı şair Publius Vergilius (Virgil) Maro (İÖ 70-19) şöyle yazar: "𝗧𝗮𝗻𝗿ı𝗹𝗮𝗿, 𝘁𝗲𝗸 𝘀𝗮𝘆ı𝗹𝗮𝗿ı 𝗱𝗮𝗵𝗮 ç𝗼𝗸 𝘀𝗲𝘃𝗲𝗿𝗹𝗲𝗿".
Şehirlerin de insanlar gibi şahsiyetleri vardır. Onlar, bu şahsiyetlerini cadde ve sokaklarına dikilen âbidelerle ortaya koyarlar. Bugün ilk bakışta Eski Mısır, Yunan, Roma, Bizans ve İslam şehirlerini bu unsurlarıyla birbirinden ayırıyoruz. Bunun için her kültür, kendi karakterini şehirlerine dikeceği âbidevî yapılarla temsil etmelidir. Hangi kültürü temsil ettiği belli olmayan şehirler şahsiyetsiz şehirlerdir.
Reklam
Bu günlerde Ortadoğu'daki Müslüman toplumlar göreceli olarak tutucu, teknolojide ön saflarda yer almıyorlar. Ama ortaçağda aynı bölgedeki Müslümanlar teknoloji bakımından ileriydiler, yeniliklere açıktılar. Çağdaş Avrupa'dakinden daha yüksek okuryazarlık oranına ulaşmışlardı; Eski Yunan uygarlığının mirasını öylesine özümlemişlerdi ki bugün biz Eski Yunan'a ait kitapların çoğunu Arapça kopyaları aracılığıyla tanıyoruz; yel değirmenlerini, trigonometriyi, üç köşeli yelkenleri geliştirdiler ya da icat ettiler; metal sanayiinde, mekanik mühendislikte, kimya mühendisliğinde, sulama yöntemlerinde önemli adımların atılmasına öncülük ettiler; Çin'den barutu ve kâğıdı alıp Avrupa'ya aktardılar. Ortaçağda teknoloji akışının yönü bugünkü gibi Avrupa'dan İslam âlemine doğru değil, büyük oranda İslam âleminden Avrupa'ya doğruydu. Ancak MS aşağı yukarı 1500 yılından başlayarak bu akışın yönü yüz seksen derece değişti.
Aydınlanma seçkinci bir durumdu. Bundan memnun olsak da, olmasak da böyleydi. Her çağda ve hemen hemen her alanda küçük bir grup aydınlanmış azınlık bulunuyordu. Bunlar hayatlarını, bir sonraki evrimsel aşamanın tam eşiğinde yaşıyorlardı. Belki o aşamanın gerçekleşmesine daha yüzlerce yıl vardı. Tarihin belli kilit dönemlerinde bu seçkin azınlıkların biri ya da öbürü, bütün kültürü etkileyebilecek kadar genişliyor ya da sesini çıkarabiliyordu. O zaman evrimin yoluna önemli bir taş daha döşenmiş oluyordu. Wiggs aklından eski Mısır’da Akhenaton dönemini, İran’da Zerdüşt dönemini, Yunan ve İslam’ın altınçağlarını, Çin kültürünün birkaç büyük devrini ve Avrupa Rönesansı’nı düşünmekteydi. (Keltler de büyük bir uygarlık yaratabilirdi, diye anlatıyordu Priscilla’ya... tabii eğer kilise onları vaktinden önce kıskıvrak yakalamasaydı.) İşte Amerika’da da 1964-1971
İlk yazılı metinler ne hakkındaydı?
MÖ 3000 yılında Sümerlerin neler düşündüklerini, neler hissettikle- rini öğrenmeyi uman kişi hayal kırıklığına uğrayacaktır. İlk Sümer metinleri saray ve tapınak bürokratlarının, içinde en küçük bir duygu bulunmayan hesap tutanaklarıdır. Uruk şehrine ait, bilinen en eski Sümer arşivlerindeki tabletlerin aşağı yukarı yüzde doksanı katiplerin tuttukları, mallara yatırılmış paraların,işçilere dağıtılmış tayının, dağıtılan tarım ürünlerinin miktarını gösteren kayıtlardır. Ancak Sümerler daha sonra, logogramların ötesinde sesçil yazıya geçtikleri zaman propaganda ve efsane gibi düzyazı metinler yazılmaya başlandı. Mısır hiyeroglifinin kullanıldığı en eski belgeler dinsel propaganda, devlet propagandası, bürokratik hesap tutanakları niteliğindeydi. Günümüze kadar ulaşmış yazılı Maya belgeleri de aynı şekilde propagandaya, kralların doğumlarına, tahta çıkışlarına, zaferlerine, rahiplerin yıldızlarla ilgili gözlemlerine ayrılmıştı. MÖ 740 dolaylarında bir Yunan vazosunun üzerine çiziktirilmiş, günümüze kadar ulaşmış ve Yunan alfabesiyle yazılmış olan ilk yazı örneği bir dans yarışmasını duyuran şiir dizesidir: "Dansçıların en kıvrağı kimse o kazanacak bu vazoyu."
Aslında, Yunan çoktanrıcılığının temeli ve ana çerçevesinin Anaksimandros'un kojmolojisinde yeni gelişmekte olan bilimle yeniden beyan edilen Yazgı ve Adalet düzeninin eski bir biçimi olduğunu görürüz... Doğa -var olan her şeyin yaşayan ve kendi kendine hareket eden ana maddesi- ve yaşamın ilk formları Yazgı ve Adaletin yapacağı tahsisle, paylaştırılmayla sınırlandırılmıştır. Yazgı ve Adalet tanrılardan çok daha eski olup çok daha uzun bir geçmişe sahiptirler. Felsefi süreç, yüzyıllarca önce dinin mutlak insan-biçimciliğinin son ve ölümcül saçmalıklarına zemin hazırlayan bir yola çıktığı aynı noktada başlamaktadır.
Sayfa 64 - Eski Yunan'da felsefenin doğuşunu hazırlayan dini süreç.Kitabı okuyor
İngilizcede verdiğimiz adlar anlamsız tek hecelerden oluşur ("ey”, “bii”, “sii", "dii", vb.). Ama Sami dillerindeki adlar bir anlamı olan adlardır ve iyi bilinen nesne- lerin adlarıdır (aleph-öküz, beth-ev, gimel-deve, daleth-kapı, vb.). Sami dillerinde nesne için kullanılan sözcüğün ilk harfi ile o nesnenin adıyla anılan harf aynıydı (a, b, g, d, vb.). Ayrıca en eski Sami harflerinin aynı nesnelerin resimleri biçiminde olduğu görülür. Bütün bu özellikler, Sami alfabesindeki harflerin biçimlerinin, adlarının ve sıralarının kolay ezberlenmesine yardımcı olur. Bizim alfabemiz de içinde olmak üzere çağdaş alfabelerin birçoğu 3000 yıldan fazla bir süredir küçük değişikliklerle bu sırayı korumaktadır (hatta Yunancada harflerin ilk adları bile korunmuştur: Alfa, beta, gamma, delta gibi). Okurların zaten fark etmiş olabileceği gibi küçük bir değişiklik Sami ve Yunan g'sinin Latin ve İngiliz alfabesinde c haline gelmiş olmasıdır, Latinler bu arada bugünkü yerinde kullanılan yeni bir g icat etmişlerdir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.