736 sayfalık bu kitabı elimden geldiğince sizleri sıkmadan açıklamaya çalışacağım.
Umberto Eco'nun yazdığı bu ilk romanında yazar tüm riskleri göze almış. Sayfa sayısı, konusu, konunun geçtiği mekan, kişiler ve en önemlisi de kendi dönemini kurgulamak yerine ortaçağı seçmiş olması. Tüm bunların altından kusursuzca kalkmış bence ve bu da
Ve büyük kentlerde, sabahın kör karanlığında yollara düşen, beylerin, efendilerin evlerine temizliğe giden, günlerce iş arayan, bulamayan, kurtuluşu gâvur ülkelerine kaçmakta bulan, işgücünü oralarda satmak zorunda kalan, yemeyen, içmeyen, para biriktiren, büyük kentlerde yarı örtük pencerelerin ev içlerinde, açık kapılardan girenlere para için etini satan, kuytu köşelerde onuru ve insanlığı pazarlık konusu edilen, ne yapıp edip boğazından kestiği üç beş kuruşuyla büyük kentlere okutmaya gönderdiği dal gibi yavrularının gün aşırı faşist kurşunlarıyla göz göre göre vurulup kara toprağa devrildiğini gören kadınlar, acılı kadınlar, dertle yüklü kadınlar.
Kadınlarımız. Her biri ‘Yılın Kadını’. Yılların kadınları.
Sevgili Ester, (1. Gün, Akşamüzeri)
Yatağımın dayalı olduğu duvarda, koyu kahverengi konsolun birkaç
karış yukarısına asılmış gümüş çerçeveli bir fotoğraf var.
Önceden de görmüştüm ama, şimdi sana bu satırları yazarken,
daha da önem kazanıyor bu fotoğraf. Üzerinde Pera Palas’ın bulunduğu
Rue des Petit Champs’in fotoğrafı bu. 24 Temmuz
Evet özellikle erkekleri adam etmek lazım aslında kadınları da adam etmek lazım
Aslında sistemi de adam etmek lazım/ yıllardır gayri insani ve gayri islami sistemlerden
Ancak bu tip adam ve kadınlar çıkmaktadır/
aldığımız terbiyeler ise daha çok
yaratılışımıza yerleştirilmiş olan fıtri, insani ve de islami yönlerin ailelerimizden bize
–Cesaretin yoksa niye silah çekiyorsun…
Hiç istifini bozmadan hep aynı rehavet, hep aynı üşengeç tavırla ağır ağır yağıyordu kar. Bulvarın inşaat alanı dışında kalan birahanelerinden, pavyonlarından, batakhanelerinden yansıyan ışıklar renkten renge boyuyordu kar taneciklerini Ama bu görüntü bile caddeye hâkim olan kederi dağıtmaya yetmiyordu. Oysa etrafı kaplayan beyazlığa, gitgide artan soğuğa aldırmayan akşamın müdavimleri daha şimdiden doldurmuştu bulvarı. İstiklal Caddesi'yle kıyaslandığında feleğin sillesini yemiş garibanların demlenme ve eğlenme mekânları diyebileceğimiz bu yerlerin önünde çelimsiz fedailer, anasının gözü garsonlar, etini satan kadınlar, aç erkekler, ayağına çabuk torbacılar, eli uzun cepçiler, gelen geçenden para toplayan sinyalciler, kalender ayyaşlar, erkenci müşteriler sanki yağan karın tutmasını istemiyormuş gibi oradan oraya dolanıp duruyorlardı. O anda düştük arbedenin ortasına. Yirmi metre kadar önümüzde bağrış çağrış, küfür, kıyamet, üç kişi birbirine girmişti.