Usta yazar zihninde yarattığı yarı distopik yarı gerçek bir kurguyu bir sanat eseri olarak ortaya çıkarmış ve bizlere sunmuş. Distopyalarda kaosu insanlar kabullenir ve yadırgamaz; ama burada insanlar olan bitenin acı bir şekilde farkında.
Bazı sahnelerde, Doktorun Karısı bir peygamberi andırıyordu. Bazı sahnelerde ise Fransız devriminin meşhur sembol resmi, Eugene Delacroix'in "Liberty Leading The People" isimli tablosundaki Fransız bayrağı taşıyan lider kadına. Gerçekten de özgürlük görmek duyusuna ne kadar benziyor; körlük ise tahakküme ve diktaya ne kadar benziyor. Ayrıca, Boudica gibi, Greta Thunberg gibi, Florence Nightingale ve Maria Montissouri gibi kadın devrimci liderlere ne kadar ihtiyacımız var, koca bir dünya olarak.
Ahlaksızlar koğuşunun hareketlerini, bilhassa göbeğinde yaşadığımız Orta Doğu ve Afrika ülkeleri başta olmak üzere, dünyanın bir çok yerinde kaynakların başına çöreklenmiş, ahlaksızca ülkelerin yönetimini ele geçirmiş organize suç örgütlerine benzetmekten kendimi alamadım. Halkların kendi karanlığı yetmezmiş gibi, onları daha derin bir karanlığa çekmekten başka bir işe yaramayan, elleri demir çubuklu asalaklar örgütlenmeleri...
Bir çok usta yazarda gözlemlediğim, kademe kademe ve sabırla bir kurgulamadan sonra, karakterlerin ve detayların ince ince işlenmesinden sonra ani bir kapanış oldu. Sanki yazar giriştiği uğraşın yükünü bir anda sırtından atmak ister gibi, aceleci bir bitiriş yapmış. Umudun öldürülmemesi ise, kitabı okurken içerisinde yaşadığım kasvetli ortamın dağılması için iyi oldu. Her şeye rağmen umut hayatta kalabiliyor.