Hayat
Paris’te tur rehberi bizi Eyfel kulesine çıkarttı. Çıkarken otuz, indiğimizde yirmi dokuz kişiydik. Yetmişli yaşlannda bir hanımefendi yok, eksiğimiz o. Bizi kaybetmiş ve dil bilmediği için de başkalarına sorama-mış. Tur rehberi onu almak için tekrar gitti. Yarım saat kadar bekledik. “Bu yaşta, ne turu, ne gezisi, bak sonra böyle oluyor” diye söylenenler oldu. Tekrar yanımıza geldiklerinde o yaşlı hanımefendi derin bir iç çekti ve son derece büyük bir tebessümle şöyle dedi: “Bu benim en büyük hayalimdi!”
Pek çoğumuz, büyüyünce önce hayal kurmayı bırakıyoruz. Evlendik, iş güç sahibi olduk, çoluğa çocuğa karıştık, bitti, tamam. Bu kadar mıydı bütün hayallerimiz? Hele ki onlar da suya düştüyse, hayalindeki gibi bir evi, bir eşi, bir işi olmadıysa, vah mı halimize? Hayal kurmayı bırakınca teslim oluyoruz. Bir hayalim yok, bir hedefim yok, bundan sonra olan olsun... O noktaya gelince ipler kopuyor. “Ev, iş, ev, iş, nooolsun, sıradan, yaşıyoruz işte” dediğimiz hayat başlıyor. Gönülsüz bir yaşam, bitse de gitsek bekleyişi...
Hayallerin olduğunda öyle olmuyor. Dimdik ayakta oluyorsun. Kollarını sıvayıp öyle başlıyorsun güne. Hayaline doğru yürüyorsun adım adım. Ben bunu görmeden veda etmeyeceğim hayata diyorsun, daha kuvvetli asılıyorsun, daha sıkı çekiyorsun kürekleri. Son nokta, Eyfel kulesinden Paris’i izliyorsun. Kaybolmuşsun, kimin umurunda.