Kademeli şekilde artan bir ızdırabın verdiği o incecik keyif yok. Ellerimi bıraktım. Çünkü başka insanlara eziyet etmek istemem. Alınıp götürülen birçoklanı gibi salağa yatıp uyuyakalmak peşindeyim. Önümü görmüyorum. Hızlıca dönüp duran bulamaç haline gelmiş bir zihin. Bir öyle bir böyle. Şu veya bu şekilde inceltilmiş zevklerimin cesetleri öyle tertemiz ki, ölmemişler zannedip üzerime giyiniyorum. Kokuya aldırmıyorum. Camları açıyorum. Yine de ağır geliyor. İyimserlik ağır geliyor. İstenmediğimi sezmiyorum. Kırıntısı bile yok. Evet burayı diğerlerinden daha hızlı yazdım. Ve şimdi düne göre biraz daha geç kalmış durumdayım. Bilinen gerçekler için çok geç. Sahiplenmek için değil belki, fakat özür dilemek iyice klişe oldu. Yapılan işler ağır, belki affedilmez; ama bu, gidiyorum diyemeyeceğin kadar çıkmaz bir yol. Sanki yol, bana geliyormuş da ben her geçen gün daha çok sararıp küçülüyormuşum birazdan çıt diye kırılacakmışım gibi. Evet, beni abartıyorum. Birkaç genelleme ile kendimi katledebilirim halbuki. Bir şeye benzemediğimi biliyorum. Bunu gerçekten biliyorum. Sıkıldığımdan anlıyorum bunu.
Pek de şaşılacak bir tespit değil herhalde? Kıkırdıyor. Sana veriyorum. Neyi veriyorsun? Kontrolü Nikki. Ne istediğini söyle. Tam olarak ne istediğini söyle. Senin dışında mı? Nerene dokunmamı istersin? Ne hızla? Göğüs uçlarını ısırmamı mı istersin yoksa kulaklannı mı? Dilimi o enfes deliğine daldırmamı mı istersin? Söyle Nikki. Bana ne
Sayfa 164
Reklam
Paravan yukanda derken sesim öyle kısıktı ki duyup duymadığından bile emin değildim. Külotunu çıkar. Demek ki duymuş. Ya sana çoktan çıkardığımı söylersem? Ben insanların arasındayım Bayan Fairchild. Bana işkence etme. Asıl sen bana işkence ediyorsun diyerek öfkelendim Tamam. Şimdi külottan tamamen kurtul. Eteğimi kaldınp külotu
Sayfa 34
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Mirac
Hakk'ın, şanlı elçisine büyük bir hüzün gelmişti, Onun, bütün semaları gezeceği gün gelmişti. Akılların ermediği binbir lutuf, binbir nimet Görülecek kutlu gece ermiş idi en nihayet. Ağırlamak üzre onu, o sevgili Peygamber'i, Yere, göğe emir gitti, ne yapılsa vardı yeri. Toprakla su âleminde, hüküm süren kanunlara, "Çalışmayı
Osmanlı'nın yönetim şekli
Gülhane Hatt-ı Hümayunundan [1839] önce Osmanlı Devleti, Osman ve Orhan Gazi zamanından beri beyliklerden farklı bir yönetimle idare ediliyordu. Bu idare gayet sağlam ve usta bir idareydi. Allah Teala bu yönetim sayesinde Osmanlı Devletine Ortadoğu ve İslâm dünyasını yönetme imkânı vermişti. Ayrıca Osmanlılar hilafeti de bünyelerine almışlardı.
Reklam
Bakara
‌ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Bakara 2 ‌ اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak
_Hayat, sürprizlerle dolu bir kumardır ve hayatın ne olduğunu sadece kumarbazlar bilir. _Eğer cesur değilsen samimi olamazsın, sevemezsin, güvenemezsin, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler. _Risk al. Belirsizlik deme; merak de. Güvencesizlik deme; özgürlük de. Bu güvencesizlik, hayatın
“Hikmet’ ve ‘Sevgi’. İki ilahî isim. (Gerçekten de şimdiye kadar aklıma gelmemişti.) Sayın Bilge, ‘Wisdom’ ve ‘Love’ demek istiyorum senin anlayacağın. Sen de ‘Bilge’sin, yani ‘Sage’. (Yahu nasıl oldu bunları daha önce düşünemedim?) Fakat, sevinmeyelim beyefendiciğim; bizim ülkede anlamlı isimler o kadar çok ki. Evet, ben ‘Hikmetim; senin ‘Bilge’ olduğun kadar. Bütün hayatımı kelimeler uğruna harcadım, içi boş kelimeler uğruna. Kelimelerin gerçek anlamlarını bilmeden, onlarla oynadım. Oyunları da kelimelerin içinde tutukladım. İşte bunun için Sevgili Bilge, beni bıraktılar, bıraktın. Soluk almak için güneşe çıktın. Biz, Sevgi ile başbaşa kaldık; ‘Hikmetimiz bu kadarmış, ne yapalım? İşte gün durgun, hava ağır. Artık ‘yeni bir şey olamaz. Olabilecekleri bile bitirdik. Biraz uyuyalım: Yattığımız yerde, bir durumdan başkasına geçelim.”
_Rüya, gören olmadan da var olabilir. Rüya gören olmadan rüya mevcut olduğunda ise bu özgün gerçeklik gibi gelir. Siz yoksunuz ama kozmik bir akıl var. Brahma var. Bu yüzden bütün alemin Brahma'nın gördüğü bir rüya olduğunu söylerler. Bütün bu dünya bir rüyadır, bir mayadır. Ama bu her şeyin, tümün bir rüyasıdır. Kişisel bir rüya değildir.
Reklam
Onu özlemiştim. Onunla bu şekilde olmayı özlemiştim. Düğmeleri deliklerinden çıkardıkça, gömleğinin yakaları birbirinden ayrılarak önce güçlü boynunu, sonra da göğsünün birazını ortaya çıkardı. Benimle oyun oynar gibi, göğüs kaslarının hemen altındaki düğmede durup kol düğmelerine geçti. Kol düğmelerini birer birer, yavaş hareketlerle
Sayfa 201
_Kendine gülmeyen ustaya şaşarım. Güler geçerim ona işte. Öz evimde yaşarım. Benzemem hiç kimseye. _İnsanın kendine gülebilmesi; şimdiye değin, en iyiler gerçek anlamından yoksun kaldı bunun; en yetenekliler ise bu konuda bir deha göstermediler. Belki de kahkaha, bilgelikle birleşecek, geriye yalnızca "şen bilim" kalacaktır. Şu anda
Sonunda küçük topluluklar halinde sergiyi dolaşmaya çıktılar. Konuşmaya çok meraklı birinin anlattıklarını dinlermiş görünen üç-dört kişiyi gördüm önce Elif'le birlikte nesnelere, tablolara bakarak yürüyen. Orta yaşlı ünlü bir ressamdı galiba öndeki, bakışları ümitsizdi. Bu uzak, yaban kıyıya birkaç günlüğüne gelmiş ama rahat bırakılmayıp, onu tanıyan eski bir arkadaşı tarafından buraya sürüklenmiş olmanın acısını çıkarırcasına, alaycı, tepeden bakan yorumlarda bulunuyor, şen, havaî tavırlarla espriler yapıyor, yanaklarından kan damlayan sağlıklı görünüşü ve modern giyimi, ben buralara düşecek adam mıyım, herkes haddini bilsin havası yaratıyordu. Önümde durdular. Ressam mı galerici mi, her kimse, sessizleşti, tadı kaçmış gibi oldu. Elif ve diğerleri, sevecenlikle bakıyordu bana. Ama adam, öte dünyadan birini görmüştü sanki, şaşkındı. İçimden, evet evet, öte dünyadan birini görüyorsunuz şu anda dedim, güldüm. Adamsa, Elif'e dönüp, babanız büyük bir ressammış dedi. Başka da bir şey demedi. Biraz daha baktı bana ve yürümeye devam etti. Geride biraz ekşimsi bir koku kaldı. Ham bir koku. Aşağıda Hades ülkesinde komşum Ahî Sinan'ın dükkânındaki sepilenmemiş derilerin kokusu gibi. Bu yaşlı, ağır aksak, kendi halinde kasabanın dirim bahşeden havasını biraz bozacak türden.
Sayfa 87 - Ara KatKitabı okudu
Tokat'ta Ortaokul: İlk Gazetem Yaltırık'ı Çıkartıyorum Tokat'ta en büyük kazancım Yekta [Güngör Özden] olmuştur. Yekta ile Tokat'ta tanıştık. En eski arkadaşım Türkiye'de halen Yekta'dır benim. Yekta da Tokat Lisesi'nde. Ben ortaokul 3'deyken o Lise 1'deydi, leylîydi [yatılı]. Oradan ahbap
Resim