Kim umar senden vefâyı Yalan dünya değil misin? Muhammed-i Mustafa'yı Alan dünya değil misin?
Gayrı durdurmak için nefsini, onu susturmak için, acılar çektirmelisin ona. Riyazat yoluna girmelisin, az yemeli, az uyumalı ve az söylemelisin. Zira bunlar nefse öyle zor gelir ki bilemezsin. Bil ki biz çileye girince kendimize değil, nefsimize zulmederiz. Zahirde bedene acı çektiriyor gibi görünsek de esasında kendimize iyilik ederiz. Nefs ancak böyle susturulur. Yoksa o sana söyler, sen o ne isterse onu edersin.
Sayfa 103Kitabı okudu
Reklam
Bil ki nefs susturulur kelâm-ı zikrullah ile, heva heves durdurulur kelâm-ı zikrullah ile, düşmanlar öldürülür selâm-ı zikrullah ile...
Sayfa 103Kitabı okudu
Hüzünlenme" dedi, "Allah isterse her şey olur."
Sen yokken de vardım ben ve sen yokken de olacağım. Ta ilk insan dünyaya düştüğünde de onunlaydım. Son insan dünyadan göçtüğünde de onunla olacağım.
Reklam
Ey nefsim! Bak şimdi bir meyveye, Sanatı hitap ediyor göze, Tadıyla sesleniyor dile, Kokusuyla mest oluyor kuvve-i şamme, Vitaminleriyle ilaçtır hücrene, Tesâdüfî olabilir mi bu işler, sence?
“Allah'ım” dedi “Sen ki imkânsızı mümkün edensin, olmazı olur, bulunmazı bulunur edensin. Sen varsan imkân var...”
Zira insan ağladığı zaman insan. Ve ağlarsan anlarsın biliyorum, anlarsan ağlarsın.
Reklam
Bediüzzaman Said Nursî:
"Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor?"
Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.
"Haydi, evlatlarım, bahar vaktidir, gidin de birer çiçek getirin bana" demişti de bütün dervişler sanki ufacık çocuklar gibi sevinçle koşup gitmişlerdi. Ve Hüdâyî de çıkıp gitmişti hocasına bir çiçek alıp gelmek için. Dolanmış, dolanmış durmuştu bostanın her bucağını. Bir vakit sonra bütün dervişler ellerinde çiçeklerle gerisin geri gelmişlerdi Üftâde'nin yanına. Hepsi muhabbetle vermişlerdi çiçeklerini. Ne güzel renkleri vardı, ne güzel kokardı Bursa'nın çiçekleri. Hüdâyî o çiçekleri görünce kendi elinde tuttuğu çiçeğe bakıp da mahcup kalmıştı, utanmıştı. Zira onun getirdiği kurumuştu sararmıştı. Ama yine de vermişti hocasına. Üftâde o kuru çiçeğe bakıp da sormuştu Hüdâyîye; "Evladım bak herkes tazecik, rengârenk çiçekler getirmişken sen neden bu kuru çiçeği getirdin?" Mahcup olmuştu Hüdâyî, çok utanmıştı da cevap vermişti hocasına edeple; "Efendim, hangi çiçeği koparacak olsam kendi lisanınca Allah'ı zikreder buldum onu. Koparıp zikrinden alıkoymak istemedim, yapamadım da bu kuru çiçeği aldım geldim. Ölmüştü de zikri tükenmişti onun” demişti de bütün dervişler hayret etmişti. Bir vakit sonra hocası kulağına eğilip "En çok senin getirdiğin çiçeği beğendim evladım" deyivermişti de gönlü kanat lanıp uçmuştu Hüdâyî'nin.
"Bu dünyada" dedi Hüdâyî "İşittiğin ve gördüğün her şeye hemen inanma. Zira işittiğinin ardında bir başka ses, gördüğünün ardında bir başka hâl vardır. İnsanın her işittiğine hemen inanması ve onu söylemesi günah olarak yeter' der Peygamber Efendimiz."
Ey nefsim! Bilenden korkma! Bilmediğini bilenden korkma! Bildiğini bilmeyenden de korkma! Lakin bilmediğini bilmeyenden kork! Zira insanların en şerirleri onlardır.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.