Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Genel olarak Latin-Katolik olanlara Frenk denildiğinden Batı'dan gelen bütün yeni adetler ve nesneler alafranga adını aldı ve alaycı bir yansımayla bunlara ters düşen her şey alaturka diye nitelendirildi.
Sayfa 24 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
3 Kasım 1839 günü hükümdarların tarihi konutu olan Topkapı Sarayı'nın altında bulunan Gülhane'de imparatorluk fermanının okunması, haklı olarak Osmanlı reformunun başlangıcı olarak kabul edilir, Bu ferman Tanzimatı, yani "yeniden düzenlemeyi ilan ediyordu: bu ılımlı sözcük tercih edildi, çünkü açıktan açığa yenilik, reform, devrim düşüncesini ortaya koyan bir sözcük muhafazakar Müslümanları, gelenek bekçilerini ve bunların yolundan ayrılmayan cahil kitlelerinin muhalefetini artıracaktı.
Sayfa 24 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Reklam
18. yüzyılın sonuna kadar Osmanlı hükümdarları kendilerini kafirlerden yalnızca bilim devriminin ürünlerini, dar görüşlü bir bakışla, askeri teknoloji ithal etmekle yetinebilecekleri konusunda kandırdılar. 18. ve 19. yüzyıl arasında III. Selim muhafazakâr güçlerin ciddi direnciyle mücadele ederek orduyu yeniden düzene koymaya çalıştı. 19. yüzyıl padişahları devletin genel olarak ve derinlemesine modernleştirilmesi sorunuyla yüzleşmek zorunda kaldılar, çünkü alışıldık düşmanın gücünün artması sorunundan daha ağır bir tehlike baş göstermeye başlamıştı: milliyetçi ayrılıkçılık hareketleri.
Sayfa 24 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Barış Antlaşması ise sadece Osmanlı Devleti'nin değil, bütün Türk dünyasının can düşmanı olarak ortaya çıkan gücün, Çarlık İmparatorluğu'nun ilk belirgin zaferiydi.
Sayfa 23 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Başlangıçtan beri Müslüman olmayan milletlerin tebaaları, zimmilerin (korunanların) hakları, hukuki açıdan Müslüman tebaanın altındaydı; -silah bulundurma gibi-sınırlamalara ve özel vergilere tabi tutuluyorlardı; buna karşın aynı çağda Hıristiyan dünyasındaki hiçbir dini azınlığın hayal bile edemeyeceği geniş bir hoşgörü ile karşı karşıyaydılar ve kendi kendilerini yönetme serbestisine sahiptiler. Özellikle Yahudilerin, Hıristiyan ülkelerde olduğundan çok daha rahat yaşama koşulları vardı; İstanbul Yahudileri, yani "Katolik Kralların" İspanya'sından iltica eden ve onlara comertçe kucak açan II. Ваyezid sayesinde bu kente yerleşen Yahudiler, Ladino diye tanınan dillerini konuşmayı sürdürdüler; bu farklı İspanyol diyalekti bugün dünyanın yok olmaya yüz tutmuş dillerinden biridir.
Sayfa 23 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Osmanlı İmparatorluğu modern Avrupa devletlerine göre geri kalmaya başlayıp "Avrupa'nın hasta adamı" haline gelince ötekiler, Türk ve en önce Müslüman olmayanlar kendi devletlerini kurma ya da yeniden kurma çabasına giriştiler. Ötekiler –artık gayet iyi bilinen ve tanınan biçimde– daima ötekiler olarak kalmışlardı, çünkü Osmanlı padişahları onları Müslüman ve Türk kimliğine sokmayı asla hedeflememişlerdi Osmanlı iktidarı Virgilius'un Romalılarına "Parcere subiectis et debellare superbos" ifadesiyle seslendiği kesinlikle uzlaşmacı olmayan ama pratik tutumla kendi intikamını alabilirdi Romalılar en azından imparatorluklarının batı bölümünü derinlemesine Romalılaştırmayı başarmışlardı. Oysa Türkler bunu denemediler bile. Bunun nedenleri farklıdır ama temelde dini olanı dikkate alınmalıdır: Romalılar, egemenlikleri altındaki halklar gibi (Yahudiler dışında) kavramsal olarak hafif ve kucaklayıcı olan ama pratik ve siyasi düzlemde karmaşık ve baskın bir dine sahiptiler; semavi dinlerse tarih içinde son derece güçlü dışlayıcı kimlikler yaratmak konusunda kusursuz olduklarını ortaya koydular. Sonuç olarak, Osmanlı iktidarı bütünleşmeyi değil, birlikte yaşamayı hedeflemiş ve uygulamıştı. Gene de şunu ekleyebiliriz: Öz kimliklerin güvende olması sayesinde farklı topluluklar –gündelik hayatta, geleneklerde, törensel uygulamalara katılımda– kaynaşma konusunda sayısız örnek sergileyebilmişlerdi.
Sayfa 22 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Reklam
Genel olarak göçmenliği bırakan Türkler arasında, hanedanın ve dinselliğin getirdiği kimlik, etnik kimliği bastırdı. Her şeye rağmen saray ortamında da ataların Orta Asya'ya dayanan göçebe kökenleri bütünüyle unutulmadı: 1453'te Konstantinopolis'i fetheden Fatih Sultan Mehmed döneminde bile –Türk diliyle kesinlikle uyumlu olmayan– Arap alfabesinin yanı sıra bugün Çin devletinin hor görülen bir azınlığı durumunda olan, oysa 9 ve 10. yüzyıllar arasında bozkırların en açık, eğitimli ve ilginç imparatorluklarından birinin yaratıcısı olan Uygurların alfabesi kullanılıyordu Osmanlı padişahları sayısız unvanları arasında "han"ı asla ihmal etmedikleri gibi daha eskiden "tug" olarak bilinen tuğ, yani ucuna at kuyruğu bağlanmış ve tepesine altın yaldızlı top geçirilmiş mızrak da iktidarın ve sorumluluğun simgesi olarak kaldı: Kuyrukların sayısıyla güç doğru orantılıydı.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Rumeli terimi Osmanlılarla birlikte egemenlikleri altına giren Avrupa topraklarını ifade eden bir anlam kazandı. Türkler Küçük Asya'ya Yunanca kökenli bir sözcükle Anadolu adını verdiler; oysa Türk olmayanlar (en başta 12. yüzyıl İtalyanları) Küçük Asya'yı Türkiye olarak tanıdılar; bu durum Rumeli'nin daha sonra Batı'da Avrupa Türkiyesi olarak tanınmasını engellemedi.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Moğol işgalinin sarsıntısının dinmesinden iki yüz yıl sonra Selçuk İmparatorluğu'nun mirasının küçük ve orta boy güçlerinden bir tanesi olan ve konum olarak en batıda, Bursa'da bulunan Osmanlı, kuzeydoğuya, Avrupa'ya doğru gösterdiği ilerlemeyle dikkat çekiyordu. Zaman içinde büyük bir imparatorluk haline gelen bu devlet, 1299 yı lında Osman (Arapçada Uthman) Bey tarafından ve Orta Asya kökenli olduklarını unutmayan ama kendilerini asıl olarak Müslüman, yani İbrahim ve İshak'ın kabul ettikleri Tanrı'nın son peygamberinin takipçileri ve kendilerini egemen hanedana sadık Osmanlılar olarak tanıtan Türkler tarafından kurulmuştu.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Mustafa'nın büyük bir olasılıkla doğmuş olduğu 1881 yılı, Osmanlı İmparatorluğu'nun ağır bir aşağılanmaya maruz kaldığı yıldır: Devletin maliyesi Düyun-ı Umumiye'nin eline geçtiği, başka türlü söylersek, yüzyıllardan beri Avrupa'yı korkutmuş olan Osmanlı Devleti'nin neredeyse resmen Avrupa güçlerinin "ortak sömürgesi" haline geldiği yıldır.
Sayfa 20 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Reklam
Her zaman liderimizsin!..
Ulusun temsilcileri bir başkanları olmasını istiyorlardı ve o, bu sıfatla ortaya çıkma kararlılığına ve cesaretine sahip tek kişiydi.
Ötekilerde "karizma" yoktu ve Mustafa Kemal' in müthiş karizmatik bir önder olduğunu kabul ediyorlardı.
Bu toprakların insanı hep bildiğimiz gibi...
... kimse ortaya çıkıp "Nereye gidiyoruz, memleketi nereye götürüyorsunuz?" diye soramıyordu, sormak yürekliliğini gösteremiyordu.
Mülazım Atıf Bey (Kamçıl) Abide-i Hürriyet'te medfun.
3 Temmuz'da Kolağası Ahmet Niyazi adında bir Arnavut tahminen 200 asker ve siville dağa çıktı ve anayasal rejimin yeniden yürürlüğe konmasını isteyen bir bildiri yayınladı, saray bir başka Arnavut'u Şemsi Paşa adındaki generali onun üzerine yolladı ama Manastırlı İTC üyesi Mülazım Atıf, Paşa'yı öldürdü. Hareketlenme Kosova Arnavutları arasında yayıldı.... (...)
137 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.