Adam, “Aşk kara bir gecede bir ağacın altındaki çimenleri canlandıran bir rüzgardır,” demişti. “Aşkı mutlak kılmamaya çalışmalısın. Hayatın ilahi kazalarından. Eğer onu mutlak kılmaya ve ondan emin olmaya ve ağacın altında, yumuşak gece rüzgarlarının estiği yerde yaşamaya çalışırsan, sıcak ve uzun günün hayal kırıklığı süratle tepene çöker ve öpücüklerden zaten kızarıp hassaslaşmış dudakların geçen arabaların kaldırdığı tozla kaplanır.”
Hafifçe “Hiç karşılaşmamış olmamıza rağmen onu tanıyorum,” dedi. “Gailelerini ve yenilgilerini biliyorum. Onu bana bu kadar çekici kılan da yenilgileri. Yenilgileri, içinde yeni bir niteliğin doğmasına sebep oldu. Aklımda bu niteliğe uyacak bir isim var. Tandy. Bu ismi hala gerçek bir hayalperestken ve vücudum böylesi sefil hale gelmeden önce buldum. Bu nitelik, sevilmeye gücünün olması niteliği. Bu erkeklerin kadınlara karşı duyduğu ve asla doyuramadıkları gereksinimlerden biri.”
Keskince “O bir erkek çocuğu ve her istediğini her nasılsa elde edecek,” demişti. “Eğer bir kız çocuğu olsaydı onun için yapmaktan kaçınacağım hiçbir şey olmazdı.”
Kendi ve dünyadaki diğer herkes arasına bir duvar çekişmiş ve başkaları için gayet açık ve anlaşılabilir olduğunu düşündüğü, sıcak bir çemberin tam kıyısında duruyormuş gibi hissediyordu.
Hayatını büyük önem arz eden bir şeye çevirmeye aşırı istekliydi ve çevresindeki yaşıtlarına bakıp nasıl da ahmakça yaşadıklarını gördükçe kendinin asla öyle yaşam sürmeye tahammül edemeyeceğine kanaat getiriyordu.
Çiftliğini eyaletteki diğer hiçbir çiftliğin olmadığı kadar verimli hale getirmenin yanı sıra başka bir şeyin daha açlığını çekiyordu. Gözlerini tereddüte bulayan ve günden güne insanlara karşı daha da sessizleşmesine sebep olan içindeki bu tanımlanamaz açlıktı. Huzura erebilmek için birçok şeyden feragat etmeye hazırdı ve içinde ulaşamayacağı tek şeyin huzur olduğuna dair bir korku vardı.
Genç ve deneyimsiz olmasına rağmen, Jesse insanların ruhunu okumakta yetenekliydi. Yaptığı her işte, söylediği her şeyde öylesine bir ciddiyet vardı ki, kimse onu anlayamıyordu.
Şöyle ki, başlangıçta, dünya daha gençken birçok düşünce vardı ama gerçek diye bir şey yoktu. İnsanoğlu gerçekleri kendi yarattı ve her gerçek birçok muğlak düşüncenin alaşımıydı. Gerçekler dünyanın her bir yanındaydı ve hepsi de güzeldi.
Hamile bir kadın gibiydi, sadece içindeki şey bir bebek değil, gençlikti. Hayır, genlik değildi, genç ve şövalyeler gibi zırhlara bürünmüş bir kadındı.
Beklenmedik bir anda öleceği fikrine kapılmıştı ve her yatağa girdiğinde aklına bu geliyordu. Bu düşünce onu korkutmuyordu. Hatta bu düşüncenin üzerinde etkisi oldukça özel ve kolayca açıklanamayacak türdendi.