Suçluluğun epeyce gerilerde kalmış, sivri uçlu dikenleri içimi bir kez daha yokladı, acıttı; bu adı yüksek sesle söylemek bir büyüyü bozmuştu da bütün o dikenler, iğneler içime batmak için özgür kalmıştı sanki.
“Vah vah. Anladığım kadarıyla, mezun olmak için yıllarca okuyacak sonra da tıpkı benimki gibi, istesen bugün girebileceğin çatti bir işe gireceksin ve diploman sayesinde, bir gün keşfedilmeyi umarak… bu küçücük olasılıkla yaşayacaksın.”
Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi.
Film değiştirme vaktim gelmişti. Kovboy Kızılderili filmleri artık rafa kalkmıştı. Bundan böyle sadece aşk filmleri izleyecektim, büyüklerin verdiği ad buydu. Bir sürü öpüşme ve sarılma içeren, herkesin birbirini sevdiği filmler. Madem dayak yemekten başka işe yaramıyordum, en azından filmlerde başkalarının sevgiyle kaynaştığını izleyebilirdim.