104 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Çok acımasız ve büyük bir katliam 10 Ekim. Çok canımız yandı, çok canımızı yitirdik ve çok yaralımız oldu. Sadece fiziksel değil ruhsal yaralarımız da öyle derin ki. Hiç bir zaman kapanmayacak yaralarımız var artık. Öfkemiz de yaralarımız kadar derin ve büyük. Dört yıl sonra tam 10 Ekimde çıktı kitap. Kimimizin bir solukta okuyacağı, kimimizin yavaş yavaş okuyacağı bir öykü kitabı. İçerisinde on öykü var, on farklı karakterin on farklı bakış açısıyla bu katliamı nasıl tasfir ettiğini görüyoruz kitapta. Asıl vurucu öykü sona saklanmış. Aslında kitabın da sonu ama belki bizim için kitabın başlangıcı. Derin yaralarımızı tekrar kanatabilir, öfkemizi tekrar hatırlatabilir bize. Tarihe bir kara leke olarak giren o günü unutmamak unutturmamak adına küçük bir dokunuş. Yazar ile ilgili de şunu ekleyebilirim. Acının anonim olmasından dolayı, yazarımız da anonim. Aslında hikayelerin çoğunda kendisi var. Benden bu kadar
Benim Adım 10 Ekim
Benim Adım 10 EkimFalkland Hakimi · İGA Kültür Kitaplığı · 201913 okunma
104 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
benim adım 10 ekim
İşte şimdi daha bi anlamlı kitabın adı.  Heryeri her şeyi bir parçamız sanki. O alandan sağ çıkan çocuğunun büyüdüğünü, dev gibi olduğunu gören ve peşinden ayrılmayan anne baba...  peşinden ayrılmayan anne babasına öfkelenen çocuk... sevdiğinin bayrağını görüp öldü sanan insan ve ölmediğini gördüğünde sevinen, sonra sevindi diye başını döven insan...  hastane kapılarındaki listeler... yaralı listesinde aradığı ismi bulduğunda rahatladım diye kendini bencil hissedenler... o banyoda gideceğini sandığın ama burnunun direklerinden hiç gitmeyen ve herhangi bir anda da hatırlayacağın o koku.  Ve tam olarak banyoda,  gerçek bir yalnızlıkta,   tüm gün güçlü kalmaya çalışmış dizlerinin, dişlerinin, elinin, kolunun, saçlarından onlarca canın her parçasıyla birlikte gözyaşlarının döküldüğü o an.  Benim adım 10 Ekim değil de ne olacaktı ki zaten...
Benim Adım 10 Ekim
Benim Adım 10 EkimFalkland Hakimi · İGA Kültür Kitaplığı · 201913 okunma
Reklam
Acı yaşanır,belki alışılır da acıya . Hele beden acısı geçer elbet. Ya ruhlardaki acı ? Asıl acıtan, acının kendisi değil. Asıl yıkıcı olan acının karşısında Bununla alay edilmesi ...
O güne tanık olanların hayatlarını orta yerinden derin bir uçurumla ayıran, o günden sonra ne bizim için ne de toplum için hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, bizleri derin bir acı ve adalet arayışına mahkûm eden, toplumu ise korku cenderesinin içine hapseden gün; 10 Ekim 2015. Belki de en acı kısmı bu topraklarda yol verilen ne ilk katliam, ne de son katliam oluşu. Bu topraklarda barış istemenin üzerinin bir kez daha kanla örtülüşünün resmi. Bizim payımıza düşen bedel!
Bizim zamanımızda olmayan kırmızılı-siyahlı bayraklar çıkıyor önce ortaya. Sonra simsiyah bezle kapatılmış tabutun önünde feryatlar. Sıkılı yumruğun, omuz omuza yürümenin verdiği o hazzı tekrar duyuyorum. Oğlumun hemen arkasında onunla aynı olmanın heyecanıyla kara bayraklı tabutu kara toprağa bırakıyoruz. Ben bir otobüs şoförüyüm. Dile kolay, 29 yıl bitecek haftaya. Gençliğimde, halkın bizi bağrına bastığı zamanlardan çok sonra, asıl bizim bağrımıza neyi bastığımızın daha kıymetli olduğunu yenice öğrenen bir şoför.
Ben Bir Transım
Bu namus denen şey ne acayip. Herkesin en namussuzu biziz galiba. Neymiş, fuhuş yapıyoruz. Ulan sanki fuhuşu tek başıma yapıyorum. İş bitinceye kadar beraberiz, namusluyuz. Ama iş bitince o aile babası, namussuz benim. Bir de sonra kusanı mı ararsın, küfredeni mi? Toplum denen kalabalığın safrası olma bize düştü.
Reklam
o çocuğu, yani beni mitinge çağıran o çocuğu göremedim bir daha. Zaten gidesim de yoktu. Barış istemediğimden değil, barışı bizden daha çok isteyen de yoktur. Toplumla belki de en küs olan biziz neticede.
Sabah televizyonun sesine uyandım. Patlama olmuş, ölenler varmış. Herkesi hastanelere çağırıyorlar. Kan gerekliymiş. Negatif kan azmış. Oturup ağladım gözlerim şişene kadar. Zaten bakmayın, dayak yediğimde falan ağlamam ben ama, baş başa kaldıkça kendimle gözyaşlarımla konuşurum. Oturup ağladım, ağladım, ağladım... Çünkü damarımda gezen kan A negatif. Belki kan versem bir hayatı kurtaracağım ama gitsem de almazlardı ki. Hastalık denen şey sadece mikrop değil ki, asıl hastalık kafaların içinde, bunu bilmezler.
Bizimkiler kendi dillerinde acı acı ağlıyorlardı. O zaman hissettim aslında o dilin bende bıraktığı etkiyi. Bu benim dilimdi, utandığım, sakladığım. Ama bana acıyı en iyi anlatan şeyin kendi dilimde söylenen ağıtlar olduğunu o zaman anladım.
Mitingin saatinin değiştirildiğini, normalde 3 kişi yan yana yürürken yanı başlarında biten resmi ya da sivil görevlilerin hiç birinin o gün, O anda orada olmadığını, ambulans bekleyenlere tomadan su sıkılıp gaz atıldığını, bu yüzden ölenlerin olduğunu, belki 1000 kişinin hastanelere kaldırıldığını ve ne yazık ki en az 80 kişinin öldüğünü.
Reklam
Acı yaşanır, belki alışılır da acıya. Hele beden acısı geçer elbet Ya ruhlardaki acı? Asıl acıtan acının kendisi değil. Asıl yıkıcı olan acının karşısında bununla alay edilmesi. Girdiğimiz tüm duruşmalarda bunu yaşattılar bizlere.
Acı çekenin yanında olmak hep tercihim olmuştur benim. Alevi'nin, Kürt'ün, Ermeni'nin. Yurtdışında Türk'ün, Filistin'de Müslüman'ın... Vesselam cümle ezilenin. Yumuşak karnım çocuklar ve mahpuslardır. Onlar için çok bir şey yapa masam da, en azından bilsinler onlar için de çarpan bir yüreğim var. Okuduğum kitapları mahpuslarla paylaşmayı severim. Mülkiyetçi olduğum tek şey kitaplarım galiba. Ona rağmen mahpuslarla paylaşmak haz verir bana.
Unutmak istemiyorum yaşadıklarımı. Ya da normalleştirmek. Geriye kalana hayat denirse eğer, o hayatı bu acıyı taşıyarak geçirmeliyim. "Hem bu topraklarda post olan travmatik stres sendromu yok." diyorum. "Her acı, her travma aslında Pre-travma." Her yaşadığımız bizi daha sonra yaşayacağımız yeni bir travmaya hazırlıyor. Bu girdaptan çıkamayacağız hiç. Ben yaramla, yaralarımla yaşamayı, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya tercih ediyorum.
16 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.