Bizim de içimize bu gurbette, bu kahırda, bu çâresizlikte, bu kimsesizlikte bir merhaba sunulsa. Bir merhaba sunulsa da, gurbet vuslata, kahır lûtfa, çâresizlik çâreye, kimsesizlik vahdete dönse. Sırlansa, nurlansa. Allah’lı olsa. “Sen olmasaydın”ın mazharı olsa. Şâh-ı Velâyet'in yolu olsa. İbtilâlara şâd ve şâdüman olsa. Kahırlara omuz silkip şükürlü olsa. Gülmenin ve ağlamanın hudutlarının dışına çıksa. Hâsılı merhaba olsa. Sıcak, sımsıcak bir merhaba olsa. İçimizi sarsa. Yorgunluğumuzu alsa. Bizi yusa yıkasa. Arı ve pâk kılsa... Sonra, her şeye yeniden başlayabilsek. Çocukluklara, aşka, duaya, niyaza, teslimiyete, küfre, sabra, şekvâya, îmanâ... Dönüp dönüp Hakk'a gelmeye. Sıratı müstakimden, yılların yolundan Hakk dosta gelmeye
Bir tohum , içine düşmeli. Orada yeşermeli. Orada göğermeli. Orada başak tutmalı. Harmanı hasadı insanın içinde olmalı. İnsanın içinde savrulup, içinde ambarlanmalı... İnsan ona değirmen kesilmeli. Bu değirmen bizde çağıldamalı...
Bu tohum bir nazardan gelmeli. Mübarek ve muazzez bir kişiden. Er bir kişiden. Bu merhaba bir dosttan gelmeli. Mübarek bir dosttan. Dost bir kişiden... Bu merhaba sıcak olmalı, sımsıcak. Doğru olmalı eğriye, gelişigüzele karşı. Alabildiğine geniş olmalı, uçsuz bucaksız; kahredici ve bunaltıcı dâr'a karşı. Bu merhaba, muhkem olmalı. Vefâsızlıklara, avâreliklere, günü birliklere, iğretilere, ihtirâslara karşı.
Bu merhaba yeşermeli, göğermeli; ihmâllere, ilgisizliklere, yalnızlıklara karşı.
Başak tutmalı; hiçliklere, kayıplara, karanlıklara karşı.