Sabahattin Ali Etkinliği düzenliyorum katılmak isteyen buyursun gelsin.
Sabahattin Ali ile ilgili her şeyi okuyoruz . Çünkü Sabahattin Ali bunu hak ediyor...Hayatı, kitapları, çevirileri... yani Sabahattin Ali' yi ucundan kenarından ilgilendiren her şeyı..
Değerli okurumuz
Romanları, öyküleri, oyunları, yazıları, mektupları... Bütün kitaplarını büyük bir heyecanla; son kitabı "Hep Genç Kalacağım"ı ise hüzünle okuduğum dev yazar, şair, zorunda bırakıldığından politikacı, çevirmen: Sabahattin Ali.
Sabahattin Ali'nin doğumundan vefatına değin hayatı yer edinmiş kitapta. Öyle kuru bir biyografi tarzında da
Bu incelemeyi nasıl yazacağımı çok düşündüm ve sürekli yazıp sildim. Sanırım akışına bırakıp tüm samimiyetimle yazmam en iyisi olacak.Kitabın ana kahramanları Nalan ve Hayri. Nalan daha doğduğu ilk günden beri istenilmeyen , sevilmeyen biriydi. Hayatı boyunca sevgiye aç bir şekilde büyüdü. Annesi , babası sandığı kişilerden ilgi, sevgi görebilmek
"Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer. Bir gün Almanların pabucunu yalayan ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika'ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da cefakeş milletimizdir. Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarli kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: “Görüyor musun şu haini! Ílle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor..? Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalıydı. Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu."
Sabahattin Ali
Babamın sözünü tuttum ve uzun zaman hiç üzülmemiş gibi yaptım. Yıllar boyu onun öldüğüne inanmadım. Geri gelecek diye bekledim. Kalabalıklarda ona benzettim insanları, yabancı ülkelerde beyaz saçlı, kısa boylu, tombulca adamları takip ettim, odur diye. Rüyalarıma girdi sık sık, hiç konuşmadan, gözlerini hafif kısarak, gülümseyerek baktı bana rüyalarımda, ben hep peşinden koşup onu yakalamak istedim ama hiç başaramadım.
Babam için uzun yıllar hiç gözyaşı dökmedim, çünkü O “Filiz hiç üzülmesin...” demişti. Ama Denizler asıldığında, Sinanlar, Mahirler öldürüldüğünde çok ağladım, yıllarca gözpınarlarımda babam için biriken gözyaşları durmadan aktı, aktı, aktı... Türkiye’de siyasal cinayetlere kurban giden değerli insanların ne ilki ne de sonuncusuydu babam. Tanrılar kana doymayacaklar mıydı?
"Filiz Hiç Üzülmesin; Sabahattin Ali'nin Objektifinden, Kızı Filiz'in Gözünden Bir Yaşamöyküsü."
Filiz Ali, babası Sabahattin Ali ve annesi Aliye Ali'ye dair bilinmeyenleri; anılar, mektuplar, babasının objektifinden fotoğraflar ve eserlerinden alıntılar ile harmanlamış; ortaya belgesel tadında okuması keyifli ancak sona
Sabahattin Ali’nin suçu neydi? Sabahattin Ali kendi suçunu itiraf ediyor aslında öldürülmeden bir yıl önce:
“Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer. Bir gün Almanların pabucunu yalayan ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da cefakeş milletimizdir. Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: ‘Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor…’ Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalıydı. Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu.”
Katledilmesinin üzerinden 71 yıl geçmesine rağmen ne ortadan yok edilen cesedini ne de faillerini bulan; amma velakin ölümünün üzerinden 70 yıl geçti diye eserlerini “Devlet malı” sayıp telif haklarını ailesinin elinden alan, ikinci Zweig vakası yapıp ortalığı yüzlerce lüzumsuz Sabahattin Ali eseriyle dolduran DEVLET’i kınıyorum. Bir an önce telif haklarını varisi Filiz Ali’ye devretmeleri gerekiyor.
Yaşarken kıymet vermediniz, katledip, kemiklerini yok edip bir mezarı çok gördünüz; şimdi de yıllarca yasak koyduğunuz eserleri üzerinde hak iddia ediyorsunuz. Ohh ne âlâ memleket. Hiçbir şeye saygınız yok bari hatıralarına, geride bıraktığı “Filiz hiç üzülmesin” dediği ama boynu bükük bıraktığınız kızına saygınız olsun.
Başın öne eğilmedi! Huzurla uyu. Sevgiyle, özlemle...
Madem “meskeni dağlar”dı Sabahattin Ali’nin, biz de ona dağlarda bir işaret bırakacaktık. Çatağın yakınındaki düzlükte arkasını Istranca ormanlarına dayamış koskoca bir kayanın üzerine gömdüğümüz mermer parçasına “Başım dağ/ saçlarım kardır/ benim meskenim dağlardır” diye yazdık.
Anneme kendi kişisel işlerini gördürmeyi sevmez, pantolonunu, gömleğini kendi ütüler, yemeğe, sofraya yardım eder, evin nevalesini en ince ayrıntısına kadar düşünürdü.