İmgeler, nesne ya da olayların veya sözcük ya da cümlelerin fotokopileri gibi depolanmazlar. Beyin, kişi, nesne ve manzaraların ne Polaroid fotoğraflarını kaydeder; ne müzik ve konuşmaların kasetlerini ya da yaşam sahnelerimizin filmlerini arşivler; ne de, politikacıların ekmek paralarını kazanmalarına yardımcı olan "teleprompter" aletlerini ya da konuşmanın ana başlıklarının yer aldığı ipucu kartlarını muhafaza eder. Kısacası, hiçbir şeyin kalıcı bir resmi, hatta minyatürleşmiş, mikroçip ya da mikrofilm veya disket şeklinde saklanan
bir kaydı yok gibidir. Bir yaşam boyu edindiğimiz muazzam bilgiyi düşünecek olursak, herhangi bir tıpkıbasım depolama sistemi başa
çıkılmaz kapasite sorunlarına yol açardı. Eğer beynimiz bildiğimiz kitaplıklara benzeseydi, bir süre sonra aynen o bildiğimiz kitaplıklarda olduğu gibi, raf sayısı yetersiz kalırdı. Ayrıca, tıpkıbasım depolama yöntemi erişimde verimlilik bakımından büyük sorunlar doğurur. Hepimiz kendi deneyimlerimizden biliriz ki belirli bir nesneyi, yüzü ya da sahneyi anımsadığımızda, elde ettiğimiz şey tam bir kopya değil, aslının yeniden oluşturulmuş bir sureti, bir yorumudur. Dahası, yaşımız ve deneyimlerimiz değiştikçe aynı şeyin suretleri de evrim geçirir. Uzun yıllar önce İngiliz psikolog Frederic Barlett'in, belleğin esasında bir yeniden yaratma işlevi gördüğünü ilk kez öne sürerken' belirttiği gibi, bu deneyimlerin hiçbiri sabit, tıpkıbasım temsillerle bağdaşmaz.