" Fotoğraf makinen var mı?"
"Yok."
"Hiç resim çektin mi peki?"
"Yoo."
"Ve fotoğrafçı olmak istiyorsun?"
"Garip mi buldun?"
"Biraz."
"Peki, polis olmak istiyorum deseydim, onu da garip mi bulacaktın? Kimseye kelepçe takmadım diye?"
National Geographic bu fotoğrafı 2013'ün en iyi fotoğraflarından biri olarak seçmiş.
Halt etmiş...
Çünkü tüm zamanların en iyi üç-beş fotoğrafından biridir bu.
Bu fotoğrafı çeken doğa fotoğrafçısı deklanşöre bastığı o anda gözyaşlarına boğulmuştur.
Hayvanın cesareti ve kişiliğinin gücüne
hayran kaldığını söyler.
Fotoğrafın hikâyesi
"Fotoğraf makinen var mı?"
"Yok."
"Hiç resim çektin mi peki?"
"Yoo."
"Ve fotoğrafçı olmak istiyorsun?"
"Garip mi buldun?"
"Biraz."
"Peki, polis olmak istiyorum deseydim, onu da garip mi bulacaktın? Kimseye kelepçe takmadım diye?"
"Fotoğraf makinen var mı?" diye sordu Thalia.
"Yok."
"Hiç fotoğraf çektin mi peki?"
"Yoo."
"Ve fotoğrafçı olmak istiyorsun?"
"Garip mi buldun?"
"Biraz."
"Peki, polis olmak istiyorum deseydim, onu da garip mi bulacaktın? Kimseye kelepçe takmadım diye?"
Müşterilerinden orta yaşlı olanı balık ekmeğinin fotoğrafını çekiyor, hemen arka fonda da dişsiz amca sırıtıyor. Gerçekten şaşırmamak işten bile değil! Sahi ne zaman bu kadar fotoğraf sevdalısı olduk, üstelik bu sayede her anımızı ölümsüzleştirmek adına bencilce yaşar olduk? Oysa insan bir kez olsun düşünmez mi o fotoğrafı paylaşırken, bulan var bulamayan var diye. Arkadaş listenden biri “bana ne kardeşim senin yediğin balıktan,” dese… Gerçi o zaman çare basit, onu arkadaşlık listenden silebilirsin, üstelik o sildiğin arkadaşınla tek muhabbet dahi etmedin, nereden tanıdığını ve ne zaman arkadaşlık listene eklediğini de bilmiyorsun. Terimlerimiz bile artık çok değişti; birbirlerinin telefonlarını inceleyen iki arkadaşın, “Seninki kaç mega piksel?” diye soruyor olması gibi. Eskiden olsa renkli mi renksiz mi, fotoğraf çekiyor mu ya da flaşlı mı diye sorardık. Derken dediklerimin temsilî resmi olan, ağzında sakız varmış gibi yayvan yayvan konu açan genç, “Ben fotoğraflarımı clouda yükleyeceğim, otuz iki gigabaytım nerdeyse doldu,” diye ekledi. Eskiden olsa filmdeki otuz altı pozun kaçının yanmadan çıkacağını düşünür, fotoğrafları saklamak için bir sürü albümler alırdık. Mum ışığında bakılan fotoğraflarımız vardı. Bir de şu selfie denilen çılgınlık yok mu, ne kadar yalnız olduğumuzun en büyük kanıtı. İnsan kendi fotoğrafını çeker mi hiç? Verirsin adam gibi birine çeker, ille fotoğrafçı olmasına da gerek yok hani.
Rachel Abbott / İşte Böyle Başlıyor
Sürükleyici, akıcı ve psikolojik gerilim barındıran bir cinayet romanı #İşteBöyleBaşlıyor.
Mark, ilk karısı Mia’nın ölümünü atlatamamış, ablası Clio’nun sözüyle hareket eden ve rutinleri olan bir adam. Fotoğraf galerisi sahibi ve isim yapmış bir fotoğrafçı. Ablası Clio ise anneleri onları terkedip gittiği ve babası canına kıydığı için küçüklüğünden beri Mark’a karşı aşırı korumacı ve idareci bir kadın. Birgün bu abla ve kardeşin hayatına Evie adında bir kadın, fotoğraflarının çekilmesini istediğini söyleyerek dahil oluyor. Bir süre sonra Mark’la yaşadığı ilişki sonucunda Lulu adında bir kız çocukları oluyor. Evlenmeye yanaşmayan Evie’nin sürekli yaralanmaları ve ev kazaları olmaya başlayınca, çevreleri tarafından oklar Mark’a dönüp, “acaba şiddet mi uyguluyor?” sorusuna sebep oluyor. Ta ki birgün Evie’nin Mark’ı öldürüp, “Ben yaptım. Katil benim!” demesine kadar. Tüm aksiyon ve gerilim de bundan sonra başlıyor. Evie’nin mahkeme süreci, duruşma sahneleri ve geçmişe yolculuğu derken akıcılığına rağmen “bu kurgunun gizemi nerde” diye düşünmenize fırsat kalmadan öyle bir ters köşeler geliyor ki şok oluyorsunuz.
İki korkunç ölüme şahit olan bir ev, soruşturmayı sürdüren polisler ve geçmişin gizemi sizi okurken oradan oraya savuruyor. Yazar öyle bir sürpriz son yapmış ki tüm taşlar tekrardan yerine oturuyor. Kitabın sonunda kafanızda hiçbir soru işareti kalmıyor. Devam kitabı olan #CinayetOyunu ‘nu okumak için sabırsızlanıyorum.
Keyifli okumalar…
.
Deniz yükselir, ışık söner, aşıklar birbirine yapışır ve çocuklar bize yapışır.
Birbirimizi tutmayı bıraktığımız an, birbirimize olan inancımızı kestiğimiz an, deniz bizi yutar ve ışık söner.
✍️
James Baldwin
📘
"Kişisel Hiçbir Şey"
💬
Resim, Amerikalı ünlü fotoğrafçı Harold Feinstein'in (1931-2015) 1988 yılında Paris'te çektiği siyah beyaz "şiir okuyan sevgili" resmi.
💬
Resim hatası düzeltilmiştir.
💬
i.hizliresim.com/kqrhhcw.jpg
" Fotoğraf makinen var mı?"
"Yok."
"Hiç resim çektin mi peki?"
"Yoo."
"Ve fotoğrafçı olmak istiyorsun?"
"Garip mi buldun?"
"Biraz."
"Peki, polis olmak istiyorum deseydim, onu da garip mi bulacaktın? Kimseye kelepçe takmadım diye?"
"Fotoğraf makinen var mı?"
"Yok."
"Hiç resim çektin mi peki?"
"Yok."
"Ve fotoğrafçı olmak istiyorsun?"
"Garip mi buldun?"
"Biraz."
" Peki, polis olmak istiyorum deseydim, onu da garip mi bulacaktın? Kimseye kelepçe takmadım diye?"
"Fotoğraf makinen var mı?" diye sordu Thalia.
"Yok."
"Hiç resim çektin mi peki?"
"Yoo."
"Ve fotoğrafçı olmak istiyorsun?"
"Garip mi buldun?"
"Biraz."
"Peki, polis olmak istiyorum deseydim, onu da garip mi bulacaktın? Kimseye kelepçe takmadım diye?"
Sait Faik okumaya başladığım günden beri ne zaman bir kitabını elime alsam ya da adını duysam içimde dışarı çıkmaya bekleyen, ani bir sarsıntısıyla beni baştan aşağı titretmeye yetecek sıkıntılar silsilesi oluşuyor. Bu kesinlikle normal bir sıkıntı değil. Anlattıkları, tahayyül ettirdikleri, seçtiği kişiler, konular, mekânlar hatta kelimeler,
H. Ali Toptaş bir yazısında yazacağı roman ve okuyacağı kitapları düşündükçe hayatın kısa olduğunu okuyamayacağı birçok kitabın olacağını, bazı kitapların kör noktasında kaldığını bunları ya bir dostunun sayesinde ya da kendiliğinden okuyup gün ışığına çıkardığı kitaplardan söz ediyordu. İlgimi çekmişti bu kitaplar. Bunlardan biri Latin
Şunu çok iyi anladım ki, Kürt edebiyatı denince akla ilk gelen şey sürgündür. Ne bedeller ödediklerini okuyunca bu güzel insanların; eserlerinin muhakkak okunması gerektiğinin bilinci, daha bir harlanıyor içimde. Bu tür kitaplara 'kim bilir ne derdi var' diye başlarım. Tasası sonradan gelir.
Bazen 'Laiklik' ilkesinin, "Hukuk" ve