Saygı ancak özgürlüğün temelleri üzerinde var olabilir.Şu eski Fransız şarkısının da dediği gibi; l’amour est l’enfant de la libert,”sevgi özgürlüğün çocuğudur”.
Ben sevdiğim insanın bana hizmet etmek için değil, kendi istediğince, dilediği gibi büyüyüp gelişmesini isterim. Eğer bir başkasını seviyorsam, onu benim yararlanacağım bir nesne olarak değil, Ο olarak alır, ister erkek olsun ister kadın, onunla kendimi bir kılarım. Saygının ancak ben bağımsızlaşmayı başarmışsam, eğer birisini sömürüp hükmüm altına almadan koltuk değneksiz ayakta durabiliyor, yürüyebiliyorsam, işte o zaman gerçekleşeceği açıktır. Saygı ancak özgürlüğün temelleri üzerinde var olabilir. Şu eski Fransız şarkısının dediği gibi; l'amour est l'enfant de la libert, “sevgi özgürlüğün çocuğudur". O, asla zorbalığın çocuğu olamaz.
Saygı ancak özgürlüğün bulunduğu yerde vardır;; eski bir Fransız şarkısındada söylendiği gibi,<<l’amour est l’enfant de la liberte>>, sevgi özgürlüğün çocuğudur; hiçbir zaman zorbalığın çocuğu olmamıştır.
#Schopenhauer
*Yazar
#Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihal olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve
Saygı, diğer kişinin, dilediğince büyüyüp gelişmesine duyulan ilgi anlamına gelir. Böylece saygı, sömürünün yokluğunun kanıtıdır. Ben sevdiğim insanın, bana hizmet etmesi için değil, kendi istediğince, dilediği gibi büyüyüp gelişmesini isterim. Eğer bir başkasını seviyorsam, onu benim yararlanacağım bir nesne olarak değil, o olarak alır, ister erkek olsun ister kadın, onunla kendimi bir kılarım. Saygının, ancak ben bağımsızlaşmayı başarmışsam, eğer birisini sömürüp hükmüm altına almadan, koltuk değneksiz ayakta durabiliyor, yürüyebiliyorsam, işte o zaman gerçekleşeceği açıktır. Saygı ancak özgürlüğün temelleri üzerinde varolabilir. Şu eski Fransız şarkısının dediği gibi, "l'amour est l'enfant de la lıbeıt", sevgi özgürlüğün çocuğudur. O asla zorbalığın çocuğu olamaz.
Sait Faik Abasıyanık gibi usta bir öykücünün kaleminden çıkan ve mahkeme kapısından ayak sürüyerek geçen insanların hikayelerini okuyoruz by eserde. Kitap 40'lı yıllarda Sait Faik'in gazetede tefrika edilen "Mahkemelerde" başlıklı yazılarından oluşuyormuş. O zamanlardaki ülkeyi tanımak istiyorsak mahkemelerine bakmaktan gayri bize
Kayıp Aranıyor romanını okuduğum zaman gibi kendimi kopmuş hissettim. Çok derin bir öykü müdür? Diye kendime sormadan edemedim. Belki yine yoğunluktan dolayı çok fazla kendimi veremedim.
Sait Faik Abasıyanık'ın okuduğum ilk romanı. Açıkçası bende çok derin bir izlenim bırakmadı. Belki yoğunluktan dolayı çok fazla kendimi veremedim.
Kayıp Aranıyor daha iyi bir incelemeyi hak ederdi. İnsanın kaderi, yaşantısı içinde yaşadığı toplumdan bağımsız şekilde şekillenebilir mi? İnsanın kaderi toplumun şekline bağlı mıdır?
Kitaptan bahsedecek
Siz, kendi memleketimizin güneşi altında açılmış his, âdet, ahlâk, gelenek çiçeklerimizden toplanmış esaslar üzerine kendi milli temsil kabiliyetimize göre yazılmış yerli eserleri oynamakla burada bir tiyatro sanatı yaratabilirsiniz. Yoksa Frenkin kendisi için yazdığı bir oyunun kafasını yarıp gözünü çıkararak Türkçeye uydurmaya uğraşmakla değil. Fransız artistleri yüzlerini boyamakla sahnede ne kadar Arap olabiliyorlarsa siz de ruhları bize daima yabancı kalarak döndürülmüş piyeslerde işte o kadar başarılı olabilirsiniz.
Marcel Proust'un gençlik yılları, eğlenceye düşkünlüğü ve disiplinsiz yaşam tarzıyla şekillendi.
Swann'ların Tarafı adlı ünlü romanının ilk bölümünü yayınlama konusunda amatör bir yazar olarak zorluklar yaşadığı 1913 yılına kadar, Proust, snob bir tavır içinde tanındı.
"snob" kişinin üst sınıfın veya seçkin bir