Furkan Çayıröz

Furkan Çayıröz
@furkancyrz
Tepesi dişlenmiş bir kurşun kalemle aforizma avına çıkmış, karizmatik tümce avcısı (ç)aylak bir okur.
"Bu Doğu mefkuresi denilen şey de ne oluyor, Halide Hanım? Türk'ün mukadder olan kültüründen bizi uzaklaştırmaz mı? Türk Orta Asya'dan geldiği günden beri yüzünü Batı'ya çevirmiş değil mi?"
Reklam
"Ateş edeyim mi, efendim?" "Hayır, İbrahim. Kansız Zafer daha iyidir."
Kumandanın kaçaklara muamelesi
Ana vatanlarınızı düşmanın çiğnemesine müsaade ettiniz. Kadınlarınızın ırzına geçtiler. Bu memleket senin kadar namussuz görmemiştir. Vur!

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Derdiniz Türk, unuttuğunuz Kürşat'la Kırk!
Bir hafta kadar bir Tatar köyünde kaldım. Onları Rus saydıkları için, Yunanlılar bir şey yapmamıştı.
Her halde, son dakikaya kadar, yani Anadolu topraklarından bu korkulu rüya geçinceye kadar sabretmeye karar vermiş bir ruh haleti taşıyordu. Bu ruh haleti, en basit neferden ta İsmet Paşa'ya kadar açıktı. Birbirimizin gözlerinin içine baktığımız zaman, bu ışıksız bakışların ardında, geleceğe inanan bir kuvvet vardı. O günlerde Mustafa Kemal Paşa'nın orada bulunmaması belki de iyiydi. Çünkü, o, çok sabırsızdı. İsmet Paşa'nın, buna karşılık, sınırsız bir sabrı vardı. Gerek İsmet Paşa'da gerek askerde, bu mizaç yani geleceği beklemeye ve onu hazırlamaya azmeden sabır ve sükûnet olmasaydı, Türkler muvaffak olamazlardı.
Reklam
Anlaşıldığına göre, Duatepe taarruzu başlamadan önce, Yunanlılar köylüleri götürmüş, angaryaya koşmuşlardı. Giden adamlar hiç geri dönmemiş. umumi Yunan çekilmesinde, erkekler döndükleri zaman, kadınları evlerinin külleri üzerinde bulmuşlar. Çocukların bazıları açlıktan ölmüş, kadınların maruz olduğu muameleye gelince, ondan hiç bahsetmiyorlardı. Yerde dört çukurun içinde küller, küllerin arasında yanmış kemikler ve parça parça asker esvapları, bazen de üzerinde Türkçe yazılar bulunan yanmış kâğıt parçaları buluyorduk.
Yirmi beş evli bu küçük köyde yalnız üç ev kalmıştı. Ötekileri yanmıştı. Yunanlılar, Duatepe’den çekilirken, tabiî hayvan sürülerini götüremedikleri için, onları da öldürmüşlerdi. Her yerde yığın yığın hayvan leşine rastlıyordunuz.
Yunanların Anadolu kadınlarına muameleleri, bütün vahşet ölçüsünü aşmış gibiydi. O zaman benim şefim olan Binbaşı Tahsin Bey’e Yunanlılar tarafından kirletilmiş kadınların isimlerini raporlara geçirmememizi teklif ettim. Kabul etti. Ne kadar zaman kül olmuş köy evlerinin harabeleri üzerinde oturarak itiraflar dinledim. Hiçbir Katolik papazı, insanın içindeki edebi ve vahşi hayvan hakkında bu kadar içten itiraflar dinlememiştir.
Aynı zamanda barışa engel olan şeylerden birinin de, siyasi emeller için isteriye kaçan abartmalı yazılardır. Böyle bir hareket gençliğe kötü duygular veriyor, babaların yaptığından çocukları sorumlu gösteriyor. Bunun sonucu ya patolojik bir öç alma duygusu ya da karşı tarafta geçmişten sorumlu olmayanlarda bir çeşit utanma duygusu uyandırıyor. Siyaset kumarcıları bu duygulardan faydalanarak, daima bir milletin ötekinin boğazını sıkmaya zorlarlar.
Yusuf Akçura'nın anlattığı belki daha da dikkate değer. Biri Türk biri Yunan askerinin birbirlerine sarılmış olduklarını görmüş. Acaba birbirlerini boğazladıktan sonra, insanların kardeş olduğunu mu hissetmişlerdi? Yoksa aralarında artık hiçbir siper kalmayan ve ölüme giden iki insan gibi birbirlerine mi sarılmışlardı?
Reklam
Sakarya savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa'nın hususiyeti bambaşkaydı. Zaferden emin, aksi takdirde bütün arkadaşlarıyla beraber ölmeye hazır görünüyordu.
Durum çok korkunç bir hâl alıyordu. Yüz bin kişilik Yunan ordusu, bütün mühimmatı ve levazımı ile, Ankara’ya gelmek istiyordu. Hatta, Ankara’da bazı İngiliz zabitlerine ziyafet vereceklerini söyleyerek onları davet etmişlerdi. Türk ordusu yirmi beş bin kişilikti. Henüz bir mağlûbiyet geçirmişti. Ateş kuvveti Yunanlıların yarısından azdı, nakil vasıtaları çok kıttı, silâhları değerce düşüktü. Bu, son teşebbüstü. Ya son bir taarruza geçmek ya da mahvolup gitmek gerçeği ile karşı karşıyaydık. Fakat, bizler o günü görmeyecektik. İşte, garip bir surette “ben” denilen şeyin tamamen milletin içine karışmış olduğunu en fazla o zaman hissettim. Millet göçerse, ben de onlarla beraber gitmek istiyordum. Bence kendimin, bir küçük parça olmamın hiçbir önemi yoktu.
A. H. LYBEYER
"Onlar (Yunanlılar) zafer ve megaloidea için dövüştüler, fakat Türkler ocaklarını ve yurtlarını korumak için savaştılar."
Bugün iftiharla görmekteyiz ki Türk milleti benliğini bulmuş, Türklüğünü duymuş bir hâldedir.
Sayfa 35 - Bugün ise üzüntüyle izlemekteyiz ki Türk milleti benliğini kaybetmekte ve Türklüğünü unutmaktadır.Kitabı okudu
Şehirli nazarında Türk demek köylü demekti. Eski Osmanlılar zamanında Türk sözünün tam köylü karşılığı olarak kullanıldığını Fatih'in Kanunname'si çok açık bir surette göstermektedir. Fatih'in Kanunname'sinin üçüncü faslında yani "şarab içme, çalma ve bühtan" bahsinde birinci madde aynen şöyledir "Eğer biregü hamr içse, Türk veya şehirlü olsa, kadı tazir urd, iki ağaca bir akça cürüm alına". Yine aynı bahsin 16. maddesinde de Türk adı bu anlamda geçmektedir. Bununla birlikte Fatih'in Kanunname'sinde Türk sözü "köylü" anlamına kullanılmakla birlikte ondan çok sonraki belgelerde Türk sözünün bütünüyle kavim adı olarak da geçtiğini görmekteyiz. Osmanlı tarihinde Türk kelimesinin "köylü, kaba" anlamında kullanıldığına dair pek çok belge vardı.
3.124 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.
Resim