Gamze Bülbül

Gamze Bülbül
@gamzebulbul
Sıkı Okur
Radyoloji Teknikeri
İstanbul Üniversitesi ~ Radyoloji Marmara Üniversitesi ~ Hemşirelik
İstanbul
23 Aralık 1998
932 okur puanı
Nisan 2022 tarihinde katıldı
İstiklâl Savaşı'nın başından beri önde gelen üç kumandanın ismi, malum Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, Doğu Menzil Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa ve Ankara'da Ali Fuat Paşa'dır. Bu üçünün direniş konusunda bir araya geldikleri ve hiç tereddüt etmeden işleri yürüttükleri açıktır. Üçünün de hem benzer hem farklı tarafları vardır. Bir kere onlar çok bilgili kumandanlardır, bilgileri sadece askerlikle sınırlı değildir. Kâzım Karabekir Paşa hayatında çocuk şarkıları bestelemekten piyes yazmaya kadar işi götürmüştür. Askerlik bilgisi gibi tarih ve edebiyat bilgisi de sonsuzdur ve bildiği lisanlar ortadadır. Çok lisan bilmek Osmanlı kurmaylarının bir özelliğidir. Bu bir ara kesildi ama şimdi yeniden böyle bir merak başladı. Ali Fuat Paşa Polonyalı General Kont Borzecki'nin (Mustafa Celaleddin Paşa) soyundan gelmektedir. İstanbul'un şiddetle ve bilinçle Türkleşen grubunun içinde büyümüştür. Bilgili bir zattır ve liberal vatanperverdir. Mustafa Kemal Paşa'nın vasıfları ise malumdur; imparatorluğun en kozmopolit fakat milliyetçiliklerin de en çok kol gezdiği bir ortamında, Selanik ve Makedonya'da doğup büyümüştür. İstanbul'daki Harbiye'ye gelene kadar askerî okula da orada, Manastır'da devam etmiştir.
Reklam
İstiklâl Savaşı boyunca din görevlilerinin bazılarının aktif rolünü ve Kuva-yı Milliye'yi destekleyen hareketlerini de görmezlikten gelemeyiz. Bu alanda çok önemli bir kadro kalabalığı vardır. Başta Ankara Müftüsü Börekçizâde Rıfat Efendi, hem payitaht hem vilayetlerde Anadolu hükûmetinin fetvalarını destekleyen, vaaz veren, propaganda yapanlar vardı.
Yeni genç Türkiye, Osmanlı mirasını devralmıştı. Bu Genç Türkler'in, Enver ve Talat Paşa gibi devlet adamlarından çok önemli bir farkı daha bulunuyordu; diplomasinin çok önemli bir silah olduğunu kavramışlardı. Beri yandan Mustafa Kemal Paşa bir organizasyon dehasıydı ve hukuktan da hiç ayrılmamıştı. İstiklâl Savaşı kumandanlarından Karabekir Paşa başta olmak üzere İsmet Paşa'da kanuna, kanuniyet ve meşruiyete uymak zorunluluk ve esastı. 23 Nisan'ı takip eden süreçte, 1876 Anayasa çerçevesi ve Meşrutiyet'in getirdiği çerçeve hiç kırılmadı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Meclisin açılış töreni ve takip ettiği politika itibariyle bugünkü muhafazakâr çevrelerin neden 23 Nisan'a cephe aldığını anlamak zordur. TBMM cuma günü, cuma namazı sonrasında, dualarla açılmıştır.
Bir iç savaşın getireceği onursuzluk ve kardeş kavgasındansa dışa karşı düşmanı kovalayarak bir cumhuriyet ilan etmek çok daha onurlu bir sayfadır ve milletin geleceği için sağlam bir inşaattır. Fakat şu gerçeği tebarüz ettirmekte fayda var. Değişen devlet değildir, yeni devlet bir slogandır ve aslında devletimiz devam ediyor. Ama Cumhuriyetimiz kuruluyor ve rejim değişiyor.
Reklam
23 Nisan'da Ankara'da toplanan meclisin çok önemli özellikleri vardır. Bir defa kurucu bir meclisti. Hukukunu kullanamayan bir payitaht adına Anadolu içlerinde bir kurucu payitaht olmuş, yetki üstlenmiş ve "Türkiye" adını da ilk defa kullanmıştır.
"Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz."
Samsun, kurtuluş mücadelesinin fitilinin ateşlendiği şehir oldu. Nitekim seneler sonra o günü anlatırken, "Ben Samsun'u ve Samsun halkını gördüğüm zaman memlekete ve millete ait bütün tasavvurlarımın, kararlarımın yerine getirilebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle inanmıştım. Samsunluların hal ve durumlarında gördüğüm, gözlerinden okuduğum vatanseverlik, fedakârlık, ümit ve tasavvurlarımı müspet bir inanca götürmeye yeterli olmuştu" diyecektir.
15 Mayıs 1919 günü karaya çıkan Yunan kıt'alarının karşısında, o gün, o an ilk şehitler de adlarını tarihe yazdırdı. Bunların bazıları mevcut kolordunun subayları ve gazeteci Hasan Tahsin gibi görevlerinin sorumluluğu ve onuruyla hareket etmiş olan kimselerdi.
Sevr'i kabul etseydik ne olurdu? Türkiye'nin belirli kısımları sonra verilir, belirli kısımları verilmezdi. Bir kere Ege Bölgesi hiçbir zaman verilmez, İstanbul da elden çıkardı. İngiltere, Cebelitarık'tan ve Malta'dan nasıl çıkmadıysa, İstanbul'a da o şekilde yerleşir ve Boğazlar ve İstanbul'u Rusya'ya katiyyen bırakmazdı; pseudo (sahte görünümlü) bir ortalıkla oyalardı ve ilerde de kuzeydeki kuvvetin güneydeki üslerine karşı aynı düzeni sürdürerek, Britanya'nın ebedî hâkimiyetini sağlardı. Bazı yerli iktidar sahipleri de bu politikayı desteklerdi. Türkler bu bölgeyi ancak turistik görür ve iç geçirirlerdi.
Reklam
Birinci Dünya Savaşı'nın hemen tamamında saltanat makamında, V. Mehmed Reşad vardı. Vahideddin'e harbde saltanat süresi olarak hemen hiçbir şey kalmadı. VI. Mehmed Vahideddin çok fazla günah keçisi ilan edilen, haddinden fazla hücuma maruz kalan, hataları abartılmak bir yana bazen yapmadığı işler bile ona atfedilen bir padişahtır. Mesela, evet Vahideddin bir Sultan Reşad değildir; zira işlere daha fazla müdahale etmeye kalkmıştır. Ama bunlar Kanun-i Esasi'nin verdiği meşrutî yetkilerin ötesinde de değildi. Hataları da çoktu; Damat Ferid gibi bir adamı ısrar ile tekrar tekrar sadrazam tayin etmesi hiç isabetli değildi. Mustafa Kemal Paşa'yı Harbiye Nazırı yapabilirdi denilmektedir. Paşa'nın böyle bir teklifi yaptığına dair rivayetlerde var. Ama bu atamaya Vahideddin'in cesareti yoktu. Bir çekince içindeyken Damat Ferid'i de tayin etmesindeki hata şudur; Damat Ferid hırsız veya malî yoldan yolsuzluklar yapan bir devlet adamı değildi, fakat düpedüz yeteneksiz, megaloman ve daha beteri, hayaller kuran birisiydi. 1918, 1919 ve 1920'de bir sadrazamın, herhangi bir devlet adamının hayal kurması çok vahim bir kusurdur. Üstelik açık bir İngiliz hayranıydı ve kendisine atfettiği diplomasi ustalığı (!) ile Britanya ve Fransa'nın her ikisini birden ikna edip kazanacağına inanmaktaydı. Anadolu düşmanlığı ve kör İttihatçı karşıtlığı mütareke döneminde en olmayacak siyaseti takip etmeye zorladı ve âdeta iç harbi başlatan bir ortam yarattı.
Türkiye'ye dayatılan ölüm fermanının ilk adı Mondros idi. Bu bir ateşkes antlaşması idi. Ancak asıl felaket sözde bir barış antlaşması kılıfıyla önümüze getirilen, çok ağır şartları olan Sevr'di. Türklere karşı, "Avrupa'da yeriniz yok ve Anadolu'da da kim isterse sizden istediğini alır. Kurak Anadolu yaylasının bir tarafına sokulsanız ve İstanbul'da da yaşama hakkı elde etseniz ne nimet" havası hâkimdi.
Kut'ül Amare, Çanakkale Savaşı'ndan sonra Britanya İmparatorluğu'nu zora sokan, politikalarını alt üst eden ve imparatorluğun yenilmezliği inancını sarsan, dünya hâkimiyetine inanmış Britanya kamuoyunu şüpheye, hatta kaosa sürükleyen büyük bir zaferdir.
Her milletin tarihinde Çanakkale Zaferi gibi abideler görülmez. Bizde vardır ve bu bütün Doğu'da tektir. Çanakkale Zaferi, çok kolay organize olan, direnebilen, tahammül edebilen ve belirli bir hedef etrafında ısrar eden bir ordu, kumanda heyeti ve toplum olduğumuzu gösterir. Cumhuriyet'i kuranda işte bu mayadır.
Her toplum tarihi yapar ve bazısının yaptığı tarih öbür toplumların ve dünyanın gidişini etkiler. Çanakkale Deniz Muharebeleri ve ardından kara savaşı, dünya tarihinde kendi anısına dikilen abide kadar kalıcı ve destansıdır. Birinci Dünya Savaşı'nın kaderini ve savaş sonundaki gelişmeleri etkileyen büyük olaylardandır. Savunma durumunda olan Türkler, Tıp Fakültesi ve Mühendis Mektebi'ndeki, seçkin liselerdeki genç aydınlarından tutun da kasabalardaki becerikli zanaatçısına, ülkenin toprağını ekip biçen çiftçisine kadar ancak 40 yılda telafi edebilecekleri büyük kayıplar vermişlerdir. Kurtardıkları topraktaki insanlar, verdikleri savaş yüzünden vatandaşlık toplumuna doğru önemli bir adım atmışlardır.
3.731 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.